MERSİN - 11'inci Yargı Paketi'nin kadınların kazanılmış haklarının hedef alındığını ifade eden Mimoza Kadın Derneği Başkanı Çiğdem Göksoy, paketin kadın ve çocuk haklarında ciddi kısıtlamalar getireceğini söyledi.
Adalet Bakanlığı, "yargı reformu" kapsamında 28 maddeden oluşan 11'inci Yargı Paketi'ni taslağını hazırladı. Taslakta, akıl hastalığı bulunan hükümlülerden çocuk adalet sistemine, cinsiyet değişikliği koşullarından internet içeriklerinin düzenlenmesine kadar çeşitli alanlarda değişiklikler öngörülüyor. Taslakta cinsiyet değişikliğinde yaş sınırının 25'e çıkarılması, çocukların işlediği suçlara yönelik ceza oranlarının artırılması, toplu eylemlerde araç hareketinin engellenmesi durumunun cezai kapsamda değerlendirilmesi ve internet içeriklerinin kaldırılmasına ilişkin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na (BTK) daha geniş yetkiler tanınması gibi düzenlemelerin yer aldığı belirtiliyor.
Kadın ve çocukları doğrudan etkileyecek paketi eleştiren Mimoza Kadın Derneği Başkanı Çiğdem Göksoy, paketin, kadın ve çocukların kazanılmış haklarını hedef aldığını söyledi. Çiğdem Göksoy, 2025'in "aile yılı" ilan edilmesinin, kadın kimliğini daraltan bir toplumsal mühendislik anlayışını yansıttığını söyledi. Ailenin kutsallaştırılmasının aslında kadın üzerindeki denetimi artırdığını vurgulayan Çiğdem Göksoy, "Biz aileyi küçük bir devlet modeli olarak görüyoruz; otoritenin ve iktidarın yeniden üretildiği bir alan. Aile kutsandığında, aidiyet duygusu kadın üzerinden şekilleniyor ve kadını hayatın dışına iten bir normlar sistemi kuruluyor. Bugün kutsal sayılan evlerin içinde yüzlerce kadın öldürülüyor. Sadece son 6 ayda 300'de fazla kadın yaşamını yitirdi, çoğu kendi eşi ya da yakınındaki erkekler tarafından katledildi. Bu, erkek devlet aklının kadının yaşamı üzerindeki tahakkümünü gösteriyor. Kadın hala ev içi işlerle, çocuk bakımıyla ve doğurganlığıyla tanımlanıyor. Kamusal alanda görünmeyen, kendi emeğiyle var olamayan, susturulmuş bir kimlik dayatılıyor. Şiddet de tam olarak bu yapının ürünü. Çünkü cezasızlık politikalarıyla beslenen bu düzen, kadını sürekli aynı döngüye mahkum ediyor. Kendisini ifade etmeye çalışan kadınlar, şiddetin görünmeyen zincirleriyle yeniden eve kapatılıyor" ifadelerini kullandı.
'KADIN KİMLİĞİNİ YENİDEN BİÇİMLENDİRİYORLAR'
Çiğdem Göksoy, yalnızca Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde yükselen sağ ve otoriter yönetimlerin benzer bir kadın modeli yaratmaya çalıştığını belirtti. Bu modelin, dini ve milli değerler kisvesi altında kadını eve kapatan, itaate zorlayan bir figüre dönüştürdüğünü ifade eden Çiğdem Göksoy, "Dünyada sağ iktidarlar söz sahibi oldukça kadın kimliği yeniden tanımlanıyor. Eğer Müslümansanız size 'dindar ve edepli' bir kadın profili biçiliyor, Hristiyan toplumlarda da benzer biçimde 'demokrat, aileye bağlı' bir figür yaratılıyor. Kadınların sosyal hayatı kısıtlanıyor, kendi yaşam tarzlarını belirleme hakları elinden alınıyor. Oysa tarih boyunca kadın hareketleri bu anlayışa karşı mücadele etti. 60'lı, 90'lı yıllarda feminist hareketlerin, Kürt kadın mücadelesinin açtığı yol hala bize ilham veriyor. Sağ otoriter yaklaşımlar, her seferinde kadınları şekillendirmeye çalıştı; ama biz her seferinde yeni bir direnç biçimi yarattık. Çünkü kadınların bedeni, emeği ve sözü üzerindeki tahakküm sadece bir cinsiyet meselesi değil, aynı zamanda siyasal bir iktidar mücadelesidir. Bu karşıtlıklar içinde biz kendi mücadele biçimlerimizi geliştiriyoruz; sokakta, örgütlerde, dayanışma ağlarında. Kadınlar, kendi politik sözünü kurdukça iktidarın kurduğu kalıplar da çözülmeye başlıyor" diye konuştu.
YAŞAM TARZINA MÜDAHALE
Çiğdem Göksoy, 11'inci Yargı Paketi'nin kadın ve çocuk hakları açısından ciddi tehditler içerdiğini vurguladı. Taslağın, "ahlaki değerler" gerekçesiyle kadınların yaşam tarzına müdahaleyi meşrulaştırdığını, kadın kazanımlarını geriye götürme potansiyeli taşıdığını dile getiren Çiğdem Göksoy, "Bu paket, doğrudan kadınların yaşam alanlarını daraltıyor. Kadınların giyimine, kamusal alandaki görünürlüğüne, hatta el ele tutuşmasına kadar uzanan bir denetim anlayışı getiriyor. Toplumsal cinsiyet kavramı kamu kurumlarından çıkarıldı, bu da kadın danışma merkezlerinin ve sığınakların ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Kadınların bireysel ve toplumsal kazanımlarını yok sayan bu yaklaşım, yıllardır mücadeleyle elde ettiğimiz hakların gaspıdır. Ayrıca bu yasa, suça sürüklenen çocuklara ağır cezalar öngörüyor ve çocuk adalet sistemini cezalandırmaya dayalı hale getiriyor. LGBTİ+ bireylerin varlığını kriminalize eden düzenlemelerle, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme riski taşıyor. Oysa bizim ihtiyacımız olan şey, cezalarla değil, özgürlüklerle büyüyen bir toplum. Kadınların özgün ihtiyaçlarını belirleyen, yerel yönetimlerle dayanışma içinde geliştirilen politikalar gerekiyor. Küçük komünler, kooperatifler, istihdam alanlarıyla kadınların öz savunmasını güçlendiren bir sistem kurulmalı. Kadınların ekonomik ve sosyal anlamda güçlenmediği hiçbir yerde, özgürlükten ya da eşitlikten söz edemeyiz" şeklinde konuştu.
MA / Mehmet Güleş - Abdulkadir Ayten
