Her yönüyle 'yaralı' bir kent: Şam 2025-12-02 09:01:55   ŞAM - Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Şam, her yönüyle yaralı bir kenti andırıyor. Her bir yapıda savaşla birlikte yarım kalmış bir hikayenin izini görmek mümkün. Diğer coğrafyalarla farklılık gösteren "olağan akış" sürerken, Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük algı değişmeye başlamış.    Tunus’ta 17 Aralık 2010'da Mohamed Bouazizi adlı seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan ve daha sonra birçok ülkeye sıçrayan “Arap Baharı” bölgede yeni bir döneme kapı araladı. Yolsuzluk, işsizlik ve adaletsizliğe karşı başlayan halk hareketleri, bölgede değişim umudunu arttırırken, bazı diktatörlerin devrilmesini sağladı. Ancak diğer taraftan bazı yerlerde uzun süreli kriz ve çatışmaları da beraberinde getirdi.    Suriye, bu sürecin en şiddetli ve kanlı yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Mart 2011'de patlak veren iç savaşta yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca kişi göç yollarına düştü. Yıllarca devam eden çatışmalar 2024 yılının sonlarına doğru başkent Şam'ın (Damascus) merkezine kadar ulaştı ve 8 Aralık 2024'te Esad rejimi devrildi.   El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi'nin isim değiştirmesinden ve başka bazı grupları etrafında toplamasından oluşan Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) ülke yönetimine gelmesiyle bölgedeki denklemler de değişti. Rusya ve İran bölgeden çekilirken, ABD-İsrail'nin etkisi arttı. Önümüzdeki süreçte bölgenin nasıl şekilleneceği ise belirsizliğini koruyor.     DAMASCUS'A YOLCULUK   13-20 Kasım tarihleri arasında Qamişlo kentinde düzenlenen 5'nci Rojava Uluslararası Film Festivali dolayısıyla, ilk kez Suriye'yi görme fırsatı buldum. Bu ziyaret, sanırım Kuzey Kürdistan’daki Özgür Basın emekçilerinin uzun zaman sonra Suriye’ye yaptığı ilk ziyaret oldu.    14 yıldır aralıksız bir şekilde süren savaştan bitkin düşen ülkede ilk durağım başkent Şam oldu. 2025 yılının Ocak ayından bu yana hem Ankara hem de İstanbul'dan buraya düzenli uçak seferleri yapılıyor. İstanbul mu Ankara mı derken; İstanbul'dan gidişlerin daha "güvenli" olabileceğine karar verip, birkaç parça eşya ve ekipmanla yola koyuldum.   Sabiha Gökçen Havalimanı'nda bitmek bilmeyen kuyruğun ardından pasaport işlemlerimi tamamlayıp, Damascus Uluslararası Havalimanı'na gidecek uçağın hangi kapıdan kalkacağını beklemeye başladım. Bir süre sonra, Damascus'a hareket edecek uçağın alımlarının havalimanın en alt katının en ücra köşesindeki kapıdan yapılacağı ekranda belirdi.    Dış hatlardaki diğer kapıların önünde oturacak yer bulunmazken, Damascus kapısı bir hayli sakindi. Ağır iki çantayla dakikalarca ayakta beklemek yerine bir yerde oturmak sevindirici bir durumdu.   MUTSUZLUK VE TEDİRGİNLİK   Yapılan anonsla birlikte yolcular alım için kuyruğa girdi. Benim dışımda neredeyse tüm yolcuların pasaportunun üzerinde Suriye Arap Cumhuriyeti yazıyordu. Otobüs, herhangi bir kuyruk olmadığı için çabucak doldu. Yapılan çağrı üzerine koşuşturan yolcunun da binmesiyle hareket etti.   Bir köşeden etrafı izlerken, otobüsteki hiç kimsenin yüzünde en ufak bir tebessümün dahi olmadığını fark ettim. Sanki herkes mutsuz, kaygılı ve tedirgin. Birbirini tanıyanlar da kısık bir ses tonuyla konuşuyor, diğer kişilerin kendilerini duymamasına özen gösteriyordu.   Bu durum, Şam üzerinden yapacağım yolculuğa karar verdiğimde hissettiğim kaygının daha da artmasına neden oluyordu. Hiç görmemiş olsam da, savaş, yoksulluk ve krizlerle boğuşan bir kente yolculuk ettiğimi hissettiriyordu.    3-5 dakikalık kısa bir sürenin ardından kapılar açıldı ve uçağa yöneldik. Yaşlılar hızlıca hareket edip çantalarını yerleştirme derdindeyken, gençler uçakla birlikte fotoğraf çektirdikten sonra merdivenlerden çıkıyordu.   AYNI COĞRAFYA AYNI SORUN: ANADİLSİZ UÇUŞ!   Kapılar kapandıktan sonra bir uçağın ilk kez bu kadar boş olduğunu fark ettim. Ya ülkesine dönenlerin sayısı ya da havayoluyla yolculuk yapmayı isteyenlerin sayısı azdı. Kalkıştan hemen önce kabin ekipleri, acil ve beklenmedik durumlar karşısında neler yapılacağına dair uyarıları anlatmaya başladı.   Bazı yolcular gözlerini kabin ekiplerinden ayırmazken, bazıları ise koltuk arkalarındaki uyarı yazılarına bakarak neler söylendiğini anlamaya çalışıyordu. Türkçe ve İngilizce anonslar bitiyor, ancak büyük çoğunluğu Arap olan yolcuların anadilinde anons yapılmıyordu.    Tıpkı Kürdistan'dan kalkan uçaklardaki uygulama gibi: resmi ve "uluslararası dil" dışında anons yasaktı. Bu da bu coğrafyanın kadim halklarına dayatılan kaderin özetiydi.     TOZLU YOLLAR VE YORGUN BİR ŞEHİR    Bulutlu ve kapalı hava nedeniyle yeryüzündeki yerleşim yerlerini seçmek imkansızdı, ta ki uçak iniş için alçalmaya başlayana kadar. Uçağın Damascus’a inişiyle birlikte beni alacak taksi şoförüne ulaşmak için apar topar telefonumu açtım. Ancak Türkiye’deki telefon operatörlerinin şebekeleri burada çekmediğini gördüm. Neyseki yanımda oturan 50’li yaşlarda bir kişi internete bağlanmamda yardımcı oldu. “Wifi” dememle birlikte telefon internetini açarak, yardımcı olabileceğine dair kafasını salladı.    Birçok ülkede 30 gün olan vize süresi burada 15 gün veriliyor. Daha azı da olabilir diyerek, neden olduğunu dahi sorgulamadım. Nihayet kazasız belasız Şam’a gelmiş, kapıda vizemi almıştım. Ayrıca havaalanı çıkışında festivale gelen iki yönetmen arkadaşla karşılaşmak da beni bir hayli sevindirmişti. Çok beklemeden taksiye binerek, Qamişlo’ya gidecek olmanın heyecanını yaşamaya başladım.     Tozlu yollardan şehirdeki yapıları seçmeye çalışırken, bir zamanlar ticaretin kalbi olan bu kadim kentin nasıl da kriz ve kaosun merkezi haline getirildiğini düşündüm. Taksinin camından dışarıya baktığımda, her binanın yüzeyinde yarım kalmış bir hikâyenin izlerini görür gibiydim.    DÜNYANIN EN ESKİ ŞEHİRLERİNDEN    Şam, iç savaş öncesi 4,5 milyon nüfusuyla ülkenin en büyük kentiymiş. Ancak çatışmaların başlamasıyla hem ciddi bir göç vermiş, hem de bir o kadar da göç almış. Kentte şimdi kaç kişinin ikamet ettiğini ise bilen yok!   Kesin olarak bilinmese de tarihinin milattan önce 8 bin yılına kadar uzandığı belirtiliyor. Ayrıca “dünyanın en eski şehirlerinden biri” ünvanına sahip. Yüz yıllar boyunca kültürel, ticari ve idari anlamda bölgenin önemli noktalarından birisi olmuş.      Mimarisi, sokakları, bahçeleri ve evleriyle birçok dönemin ve medeniyetin izlerini taşıyan bir kent. Tarihi ve kültürüyle önemli bir kent olsa da yıllardır süren iç savaş nedeniyle büyük bir yıkım yaşamış.    Hem tarihi mimarisi hem de ideolojik saldırılar nedeniyle zengin demografisi de büyük bir zarar görmüş. Bu durumu, kente ilk ayak basıldığında görmek mümkün.    SAVAŞIN İZLERİ CANLI   Havalimanı çıkışından kent merkezine doğru ilerlerken yolun her iki tarafında yıkılmış onlarca yapı ve yakılmış araçla karşılaşmak mümkün. Kenar mahallelerdeki yıkım, merkeze oranla daha fazla. Kentin kalbine ilerledikçe yıkıntılar azalıyor; ancak savaşın ve krizlerin izleri halen canlı.    Kent merkezinin mimarisi, görenleri kendisine hayran bırakıyor. Taş evler, ahşap oymalı balkonlar, sokak ve caddelerinin güzelliği... Açık renkli yapıların dış kaplamaları zamanla tozdan ve kavurucu sıcaklardan kaybolmuşsa da güzelliklerinden bir şey kaybetmemişler.    'OLAĞAN' AKIŞ SÜRÜYOR    Gündelik yaşam "olağan" akışında ilerliyor. Ancak bu olağanlık diğer coğrafyalardaki olağanlığa hiç benzemiyor. Kentin her yerinde her an bir patlama yaşanabilir, insanlar kör bir kurşuna kurban gidebilir ya da bir karışıklık çıkabilir. Yıllarca devam eden bu durum artık hem kentin hem de içinde yaşayanların "olağanı" haline gelmiş.      Sadece bunlar da değil, rejim bir günde değişse "neden ve nasıl değişti" diye soracak çok az insan bulunur. İnsanlar bu durumu kanıksamış durumda. Ölüm, yaralanma... gibi korkular ise birçok insanda aşılmış. Bu nedenle Esad düşmüş olsa da yeni rejime "alışmak" çok zor olmamış.    REJİMİN UYGULAMALARINA BOYUN EĞİLMEMİŞ    Bu "alışkanlık", yeni rejimin uygulamalarını kabul etmek anlamında yaşanmamış. Toplumun neredeyse tüm kesimleri kendi özgünlüklerini koruyor. Yeni rejim her ne kadar kendi uygulamalarını kabul ettirmeye çalışsa da bu durum kabul görmemiş. Örneğin Hristiyanlar, yaşadıkları mahallede yeni rejimin baskılarına boyun eğmemiş. Ne giyim kuşamlarından ne içeceklerinden ne de sosyal yaşamlarından ödün vermemiş. Rejim de her ne kadar karşı olsa da bu durumu kabul etmiş görünüyor.     HTŞ'lilerin yönetiminde olan diğer kentlerde gece saatlerinde dolaşmak yasakken, Şam'da bu durum farklı. Halen gece yaşamı çok hareketli. Bitmek bilmeyen bir enerji söz konusu.     HER YÖNDEN 'YARALI' BİR KENT    Sadece bir gece kalabildiğimiz kente dair ayrıca şunlar söylenebilir;   * Kentin altyapısı büyük bir zarar görmüş. acil yardım ve tıbbi destek çok sınırlı.    * Çatışmaların artması ve rejim değişikliğiyle birlikte ülkeye gelen turist sayısı yok denecek kadar azalmış.    * Yoğun "güvenlik" önemleri günlük hayatın bir parçası haline gelmiş. Bütün sokak ve caddelerde silahlı HTŞ'liler ile karşılaşmak mümkün. Ayrıca kentin giriş ve çıkışlarında kontrol noktaları bulunuyor.    * Yoğun göç, alt ve üst yapının gördüğü zararla birlikte kiralar uçmuş.    * Elektrik kesintileri sürüyor. 3 saat aralıklarla kesintiler yaşanıyor. Bazı yerlerde elektrik kesintileri daha da uzayabiliyor.    * Kentin suyu bir hayli kirli. İçme suyu büyük bir sorun.    * Yiyecekten içeceğe ve giyime kadar birçok günlük ihtiyacın fiyatı son yıllarda bir hayli artmış. Fabrikaların bazıları kullanılmaz halde, dış yatırım yok denecek noktada.    * Ana caddelerin dışında kentin her noktasında kapanmış işletmeler görmek mümkün. Ayrıca gazetelerden ve televizyonlardan izlediğimiz eski pazarlar üzerinde bir suskunluk söz konusu.    * Her an karşınıza bir motosikletli çıkabilir. Yollarda ne trafik ışığı ne de trafik işareti bulunmuyor. Bu nedenle bir noktaya ulaşmak zor bir durum. Kenti bilen birisiyle hareket etmek hem kontrol noktalarında hem de gideceğiniz yere ulaşmak için olmazsa olmaz bir şey.    * Şehirde lüks ya da yeni araçlara rastlamak mümkün. Ancak genel olarak araçların modelleri bir hayli eski. Toplu taşıma araçları neredeyse kullanılmayacak halde. Çıkardıkları mekanik sesler büyük bir kirliliğe neden oluyor.    * Kirlilik ilk göze çarpan konulardan. Her yerde çöp yığınlarına rastlayabilirsiniz. Çöplerden yükselen kötü kokunun yanı sıra mazot kokusunun da kentin her yerini sardığını söylemek mümkün.    KADINLAR ARAÇ ARKALARINDA TAŞINIYOR!     Elbette her yönüyle "yaralı" olan bir kentte kadınların durumu en çok merak edilen konuların başında geliyor. Kent merkezinin birçok noktasında kadınlara rastlamak mümkün değil. Ana caddeler daha güvenli olacak ki kadınlar buralarda daha rahat gezebiliyor, alışveriş yapabiliyor ya da bir işletmede oturabiliyor. Sorduğumuzda; rejim değişikliği sonrası birçok kadın başörtüsü takmak zorunda kalmış. Ancak buna direnen kadınların sayısı da oldukça fazla. Özellikle farklı inanç ve halklardan kadınlar bu uygulamaya karşı duruyor.    Öte yandan ataerkil sistemin tüm kodlarının burada devrede olduğunu söylemek yanlış olmaz. Güç, otorite ve karar alma süreçleri ağırlıklı olarak erkeklerin elinde. Kültürel, ekonomik, hukuksal alanlarda kadınların sayısı yok denecek kadar az.    Dikkat çeken bir başka nokta ise, toplu araçlar dışında kadınların araç dorselerinde seyahate maruz bırakılması. Kadınlar, aracın ön tarafında yer olmasına rağmen genelde açık dorselerde yolculuk yapmak zorunda kalıyor.    KUZEY VE DOĞU SURİYE'YE NASIL BAKILIYOR?    Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük tartışmaların başkent Şam'a nasıl yansıdığı ve tartışıldığı da bir başka merak edilen konu. Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde neler yaşandığı, hatta Kürtlerin varlığı bile uzun yıllar buradaki halklardan saklanmış. Baas rejimi döneminde hem devlete bağlı yayın organları hem de diğer basın mecralarında Kürtler hep görmezden gelinmiş. Yanı sıra Arap olarak yansıtılmış.    Bir kesim halen Kürtleri yerleşik hayata geçmeyen göçebeler olarak görüyor. Yaşadıkları coğrafyada herhangi bir teknolojik aletin bulunmadığını, dünyadan bihaber bir "tür" olarak görüyor. Elbette tüm bunların en büyük nedeni Baas rejiminin politikalarından kaynaklandığını söylemek mümkün. Rojava topraklarının Şam ile olan mesafesi, bu mesafede çok az yerleşim yerinin olması, ticari ilişkilerin farklı ülkelerden sağlanıyor olması gibi etkenlerin etkisi de azımsanamaz.    ARADA KOPUKLUK VAR   Buradaki durum, bir dönemin Türkiyesi ile de çok benzerlik gösteriyor. Türkiye'de yaratılan "Kuyruklu Kürtler" algısının bir benzeri burada da yaratılmış. Bu algı son yıllarda değişmiş. Özellikle Rojava Devrimi sonrası bir Kürt varlığı bilinci oluşmuş. Bu durumun farkında olan kesimlerin Rojava'ya sempatisi bir hayli fazla. İnşa edilen sistemin benzerinin tüm ülkeye yayılması gerektiğini düşünenlerin sayısı da oldukça yüksek. Bu nedenle son süreçte tartışılan entegrasyon sürecinin hızlanması gerektiği düşünülüyor.     Ancak Kuzey ve Doğu Suriye'de inşa edilen yeni yaşamdan bihaber olan ve ataerkil kodlarla hareket eden kesim de azımsanmayacak kadar büyük. Kuzey ve Doğu Suriye'de inşa edilen yaşamın halen buraya tam yansıdığı söylenemez. Bunda hem mevcut rejimin politikaları hem de savaş koşullarının yarattığı zorlukların etkisi büyük.    Yarın: Dêrazor'da iki ayrı yaşam    MA / Azad Altay