Çin ile ABD arasındaki değerli toprak madeni gerilimi! 2025-10-24 09:36:22 ANKARA - Küresel çoklu krizler, hibrit savaşın ekonomik boyutları ve bu süreçte değişen dengelere ilişkin konuşan Ekonomi uzmanı İlhan Döğüş, “Çin’in değerli madenleri ‘Yuan’ ile satma ihtimali Amerika'nın küresel hegemonyasını sarsacak niteliktedir." dedi.  Hibrit savaşın ekonomik boyutları dünya gündemini sarsmaya devam ediyor. İklim krizi, artan enerji maliyetleri ve tedarik zinciri aksaklıkları enflasyonu körüklerken, 2014'te Rusya'ya karşı başlayan ve 2018’de Çin’e yönelik ticaret savaşlarıyla tırmanan ekonomik yaptırımlar, 2025’te Trump yönetiminin yüzde 58’e varan tarifeleriyle yeni bir kırılma noktasına ulaştı. Bu durum küresel büyümeyi yüzde 1’e kadar daraltırken, Çin'in değerli toprak madenlerindeki hakimiyeti ve de-dolarizasyon hamleleri ABD'nin petrol-dolar hegemonyasını tehdit etmeye devam ediyor.    Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan University of Europe for Applied Sciences (Avrupa Uygulamalı Bilimler Üniversitesi) Öğretim Üyesi ve ekonomi uzmanı İlhan Döğüş, kapitalizmin hem küresel ölçekte hem de mikro ölçekte yaşadığı krizlere dikkat çekti.    Yaşananların “çoklu krizler” olarak tanımlanmasının doğru olacağını belirten Döğüş, hem iklim krizi, hem sosyal hem de ekonomik krizin aynı anda yaşadığını kaydetti. Döğüş, "Toplumlar gerilmiş ve ırkçılık yükseliyor. Sosyal gerilimler söz konusu ve dünyanın çok büyük bir nüfusu göç halinde, küresel bir yeniden sirkülasyon var. Milyonlarca insan sınırları aşıyor ve milyonlarca insan yollarda. Yine bu göçün yarattığı entegrasyon meselesi; Irkçılık ve ekonomik krizler söz konusu. İkinci olarak kapitalizmin krizidir. Bu aşamada kapitalizmin içindeki ekonomik krizleri ayırt etmek gerekebilir. Kapitalizmin kendini devam ettirebilme yeniden üretip kendini yeniden adapte etmesi noktasında takıldığı kriz ile kapitalizm içindeki ekonomik birimlerin, firmaların, hane halklarının iflasları ile tetiklenen ekonomik kriz ayrımı önemli. Bu iki kriz şu an beraber gidiyor ve iç içe geçmiş durumda” dedi.    ‘BORÇLAR GELİRLERDEN FAZLA’   Ekonomik krizleri ikiye ayıran Döğüş, bu krizlerin arasındaki farkları anlatarak, krizlerin yol açtığı gerilimlere işaret etti. Döğüş, “Öncelikle küçük olan krizden başlayayım; ekonomik krizler genelde faizler çok arttırıldığında hane halkları ve firmaların yapılan kemer sıkma politikaları nedeniyle gelirleri düşmesine mukabil yaşanır. Yani bu kriz, borçlar gelirden çok daha fazla arttığı için o borcu çeviremeyecek, ödeyemeyecek duruma gelenlerin iflas etmesiyle ortaya çıkıyor. Bir firma iflas ettiğinde o firmadan alacaklı olan başka bir firma da iflas ediyor ya da banka finansal zorluğa düşüyor. İşte ödenemeyen krediler artıyor ki zaten bugün faizlerin düşürülmesinin sebebi de odur. Hane halkı gelirleri, gider fiyatları kadar artmadığı için kredi çekmişti bu yüksek faiz ortamında. Şimdi de o krediler ödenmiyor. Yani hane halkı işsiz kaldığında ya da borçlarını ödeyemediğinde, firmalar da gelir elde edemiyor. Dolayısıyla bütün bilançolar birbiriyle bağdaşık olduğu için de bir iflaslar zinciri söz konusu” diye konuştu.    ‘BÜTÜN ÜRETİM ORTA ASYA’YA YIĞILMIŞTI’   Şu an batı ülkelerinde yaşanan finansal darboğazın, ekonomik krizden ziyade kemer sıkma ve faiz artırma politikalarının bir sonucu olduğunu belirten Döğüş, “1980 sonrası dönemde, ‘ucuz küreselleşme’ diyeceğimiz bir süreç yaşandı. Bu dönem, ürünleri tüketmemizi mümkün kılan ve ucuz oldukları için çokça ithal ettiğimiz, dolayısıyla önceki dönemlere kıyasla kendimizi daha refah içinde hissettiğimiz ucuz tüketim ve düşük enflasyon ortamını ifade ediyordu. Bu durum Çin sayesinde mümkün oldu. Dünya olarak neredeyse bütün üretimi Çin’e ve onun çevresindeki Bangladeş, Malezya gibi Asya ülkelerine yığmıştık. Şu anda ise bu sistemin tıkandığı bir noktadayız. Yani ucuz ithalatı mümkün kılan küreselleşme bir darboğaza girmiş durumda. Pandemiden sonra enflasyonun artmasının nedeni de bu. Çünkü ucuz üretim artık Çin’de mümkün olmamaya başladı. Tedarik zincirinde yaşanan aksaklıklar, nakliyede sorunlara yol açtı. Ukrayna Savaşı’nın tetiklediği enerji fiyatlarındaki artış da buna eklendi. Ancak daha önemli olan, ucuz üretim yapan Çin’in artık bu ihracat gelirlerinden ciddi bir birikim sağlamış olması ve mevcut küresel iş bölümünü sürdürmek istememesidir” diye belirtti.    ‘ÇİN ÜST SEGMENTE ÇIKMAK İSTİYOR’   Mevcut sistemde ülkelerin küresel iş bölümüne göre hareket ettiğini kaydeden Döğüş, hammaddenin doğal kaynaklarının Afrika’dan, enerjinin Ortadoğu’dan ve Rusya’dan, finansal sermayenin Batı ülkelerinden, makine ve teçhizatın ise Asya’dan ve Çin’den sağlandığını belirtti. Bu iş bölümünün artık işlemediğine dikkat çeken Döğüş, “Şimdi Çin, ‘Ben de artık araba, beyaz eşya, makine, telefon ve televizyon üretmek istiyorum’ diyor. Çin, ‘Artık ucuz emek yoğun sektörlerde yoğunlaşmak istemiyorum, ben de pozisyonumu yukarıya çıkarmak istiyorum’ dediği için ve Amerika buna izin vermek istemediği için küresel sistemde bir dönüşüm sancısı var” ifadelerini kullandı.    ÇİN HAKİMİYETİ   Yaşanan gelişmelerin yalnızca Çin’in politikalarıyla sınırlı olmadığını vurgulayan Döğüş, asıl belirleyici unsurun değerli toprak madenleri meselesi olduğunu ifade etti. Döğüş, bu madenlerin beyaz enerji, temiz enerji ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla birlikte rüzgâr ve güneş enerjisi teknolojileri için kritik bir hammadde oluşturduğunu belirtti. Ayrıca, değerli toprak madenlerinin askeri teknoloji, bilgisayar çipleri, elektrikli araç bataryaları ve yüksek teknoloji ürünlerinde de büyük önem taşıdığına dikkat çeken Döğüş, "Şimdi değerli toprak madenleri, yüksek teknoloji ürünlerinde bilgisayar, çip, yenilenebilir arabaların bataryaları, elektrik bataryaları, askeri tesisatların bataryası gibi ürünlerde çok kritik bir öneme sahip ve bunların şu an bilinen rezervlerinin büyük kısmına ise Çin hakim. Trump, hem Ukrayna savaşını bitirmesinde hem Grönland'ı ilhak etmek istemesinde hem de Türkiye'yle kurmak istediği ilişkide bu değerli toprak madenlerinin kritik rolü var. Çünkü birincisi Çin'i çevrelemek istiyor. Çin'in bu kapasitesini sınırlamak istiyor. Bu değerli toprak madenleri kaynakların zengin olduğu düşünülen Türkiye, Grönland ve Ukrayna'da bir hakimiyet kurmak istiyor” diye kaydetti.    PETROL VE DOLAR İLİŞKİSİ    Yaşananların küresel para politikasındaki değişimlerden kaynaklandığını belirten Döğüş, “İkincisi ve daha da kritik olan husus ise; 1945 sonrası Amerika'nın küresel hegemonyasının temel dayanağı olan enerjinin, temel ham maddesi olan ve sanayi ekonomisi için özellikle de otomobiller için kritik olan petrolün dolarla fiyatlanmasıydı. Petrol dolarla fiyatlandığı için dolar bir uluslararası küresel para birimiydi. Yani uluslararası rezerv para birimi konumuna çıkmıştı. Bu durum da Amerika'ya istediği kadar cari açık verebileceği, istediği kadar ithalat yapabileceği bir imkan sağlıyor. Çünkü kendi para birimi yaptığı için herhangi bir başka bir ülke gibi kur riski soruna maruz kalmıyordu. Yani Türkiye (nereden yaparsa yapsın) ithalat yaptığı zaman dolarla yapıyor. Petrolün yanı sıra demir, çelik, bakır, maden gibi maddeler de dolarla fiyatlanıyor. Dolayısıyla Amerika'da bir küresel hegemonik güç olarak pozisyonunu şekillendiriyordu” dedi.    AMERİKA'NIN KORKTUĞU SENARYO   Var olan riskler hakkında bilgi veren Döğüş, “Ancak şimdi şöyle bir risk var Amerika açısından; bu değerli toprak madenleri özellikle temiz enerji ve yenilenebilir enerjide hibrit arabalarda çok kritik olan ve bir nevi 20’inci yüzyılın petrolü konumunda olan değerli toprak madenlerinde hakimiyeti olan Çin ben bu değerli toprak madenlerini dolar ile değil de yuan ile fiyatlıyorum derse ne olacak? Bence Amerika'nın en çok korktuğu senaryo budur. Çin’in değerli madenleri ‘Yuan’ ile satma ihtimali Amerika'nın küresel hegemonyasını sarsacak niteliktedir. Bu durum küresel ekonomide doların hâkimiyetini sarsacak bir noktaya gelirse, şu anki küresel gerilimlerin ana gövdesinde de bu risk yatıyor” diye kaydetti.    ‘PETROL ARTIK BELİRLEYİCİ DEĞİL’   Ortadoğu'da petrolün çok belirleyici bir konumda olmadığını söyleyen Döğüş, petrolün yerini değerli toprak madenlerine bıraktığını belirtti. Döğüş, artık benzinle değil hibrit ve temiz enerji ile çalışacak teknolojik ürünlerin üretildiğini ve petrolün yerini bu temiz enerjinin adlığını vurguladı. Ortadoğu'daki değerli toprak madenleri rezervlerinin henüz bilinmediğine de işaret eden Döğüş, “Belki bilmediğimiz ama onların bildiği bir rezerv vardır. Bangladeş’te ya da İran'da veya başka bir yerde olabilir” dedi. ABD’nin Ortadoğu politikalarına da değinen Döğüş, “Bir ikincisi de Çin'in ‘artık ucuz emek yoğun sektörleri ben yapmak istemiyorum, üst segmente geçmek istiyorum’ dediği bir noktada bu ucuz emek yoğun sektörler acaba Ortadoğu'ya mı getirilmek isteniyor? Bu politika uzun ve orta vadede bir proje veya planın parçası olabilir mi? diye de düşünülebilir” diye belirtti.   ‘ÜLKELER İLK ÖNCE PARLATILIYOR’   Ortadoğu'da planlanan bu projeler öncesi bazı finans kuruluşları tarafından plan ve projelerin yürütüldüğü ülkeleri kamuoyunda parlattıklarını belirten Döğüş, “Türkiye'yi de yaptılar. Hatırlarsanız 2000'lerin başına Kemal Derviş geldiğinde ithalat bağımlısı bir ekonomi yaptılar ve bu ucuz ithalatla enflasyon düştü. Az önce söylediğim gibi o da bir bakıma Türkiye'deki işçi sınıfı için bir sus payıydı. Ücretler alım gücü düşerken enflasyon da düşük diye bir itiraz olmadı. Daha sonra biz bu ithalat bağımlı ekonominin kur şokuyla krize evirildik. 2018'den beri bitmeyen bir kriz olarak bu politikanın sonuçlarını yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.   NEOLİBERAL POLİTİKALAR   Suriye'de de mesela dediğiniz gibi benzer bir süreç oldu. Yeni cumhurbaşkanı eski IŞİD artığı Colani'nin ilk yaptığı işlerden birisi limanları özelleştirip, Fransız ve uluslararası başka firmalara satmak oldu. Devlet bürokrasisinde birçok kurumu iktisadi kuruluşu kamusal teşebbüsünü özelleştirip memur sayısını yüzde 30 azalttı. Yani tam bir neoliberal politika uygulandı Suriye'de. Anlaşılıyor ki durup dururken bir de seçilip göreve getirilmesinde böyle bir motivasyon var. Dediğiniz gibi Mısır'a birçok Türk firması gitti. Özellikle tekstil firmaları orada yatırım yapıyor. Çünkü Mısır aynı zamanda hem Ortadoğu hem de Afrika'ya çok yakın ve bir liman ülkesi olarak uluslararası ticaretin üzerinde konumlanıyor” diye konuştu.   ‘TÜRKİYE KENDİNİ NASIL KONUMLANDIRIYOR…’   Yaşanan küresel değişimin Türkiye açısından önemine de vurgu yapan Döğüş, “Türkiye kendi araba markasını yarattı. Bu arabayı Avrupa'ya satabilir mi? Sanmıyorum. Peki bu ürünü kime satabilirsiniz? Ortadoğu'nun orta sınıfına! Şimdi Ortadoğu'da, Suriye ve Mısır’da toplumda zuhur eden Türkiye ve Erdoğan sevgisi bundan dolayı kaynaklanıyor. Bütün o siyasi boyama ve paketleme çabası da bu nedenledir. Şimdi nasıl ki Çin bu küresel üretim zincirine dahil olduğunda ihracat gelirini elde eden bir orta sınıf yaratıldıysa, Türkiye'de de AKP politikalarıyla yeni bir orta sınıf yaratıldı. Şimdi Ortadoğu'nun da küresel üretim zincirine dahil olmasıyla beraber bir orta sınıf yaratılacak. O orta sınıf, araba alacak. Dolayısıyla Arap orta sınıfı da Türkiye için, ‘bizim dost ülkemiz, bizim gibi Müslüman bir ülke’ diyerek örneğin Türkiye’nin TOGG markalı arabasını alabilir. Yani Türkiye kendisini şöyle konumlandırıyor olabilir önümüzdeki süreçte; ‘montaj hattı, ucuz emek değil, ben de bir üst segmente çıkmak istiyorum. Dolayısıyla, askeri sanayi teknolojisi, araba gibi ürünleri kime satacağım? Avrupa'ya satamam, Avrupa'ya satacak kadar kaliteli değilim! O zaman Ortadoğu'ya satayım’ diyerek kendisini böyle konumlandırıyor olabilir” ifadelerini kullandı.   ‘EGEMENLERE KARŞI İTİRAZ YÜKSELMELİDİR’   Döğüş, yaşanan ekonomik ve demokratik sorunların temelinde güçlü bir işçi sınıfı ve sendikal hareketin eksikliğinin yattığını belirterek, “Güçlü bir emek hareketi olsaydı, iktidar sahipleri bu kadar pervasız hareket edemezdi. Demokrasi ve ekonomi alanındaki gerilemenin, işçi sınıfının örgütlü bir şekilde haklarını savunamaması nedeniyle derinleştiğini belirten Döğüş, “Ücretlerin baskılanması, kemer sıkma politikaları, faiz artırımları ve krizlerin yükünün yüksek vergilerle halkın sırtına yüklenmesi gibi sorunlar, güçlü bir sendikal hareketin varlığında daha az yaşanacak. Çözüm, halkların yoksullukta eşitlenmeyi reddetmesi ve kimlik haklarının tanınması ve demokratik bir birlik oluşturmasıdır. Bütün halklar bir araya gelip, egemenlere karşı itirazlarını yükseltmelidir. Güçlü bir emek hareketi, ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı en önemli çözümdür” dedi.    MA / Ömer Güngör