Özcan: ABD, Türkiye'nin kaygılarını en aza indirecek bir yapı istiyor 2020-09-30 09:16:29 ANKARA - HDP’nin ABD Temsilcisi Giran Özcan, Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in içinde bulunduğu “devlet fraksiyonunun” PKK karşıtlığı üzerinde Türkiye’yi kendi cephesinde tutmaya çalıştığını ve Suriye’deki amacının “Türkiye’nin kaygılarını en aza indirecek bir yapı kurmak” olduğunu söyledi. ABD’de 3 Kasım’da gerçekleşecek başkanlık seçimlerine sayılı günler kaldı. Seçimlerin küresel ve bölgesel alanlarda ABD dış politikasını belirlemedeki etkisi de tartışma konusu. Müdahaleciliğin süreklileştiği Ortadoğu’da, iç savaşın sürdüğü Suriye’de ve çoklu krizler içinde olan Türkiye’de, ABD başkanlık seçimleri dikkatle izleniyor.    AKP iktidarının gerilimli politikalarını destekleyen ABD Başkanı Donald Trump’ın rakibi John Biden’in nasıl bir başarı göstereceği ise merak konusu. AKP’li yetkilileri yakından ilgilendiren Halk Bankası davası ve S-400 alımlarına karşı ABD Senatosu’nun yaptırım girişimleri gibi Türkiye’yi yakından ilgilendiren sorunların gidişatı da 3 Kasım’dan sonra netleşecek.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) ABD Temsilcisi Giran Özcan’a, ABD dış politikasını, bir süredir Türkiye, Irak ve Suriye arasında mekik dokuyan James Jeffrey’in amacını, ABD- Türkiye ve Kürtler arasındaki ilişkileri, mevcut pozisyonu ve olası gelişmeleri sorduk.     ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, son zamanlarda Ankara, Qamislo, Hewler ve Bağdat arasında mekik dokuyor. Birkaç gün önce “Türk ordusu operasyon yapamayacak” diye Kuzey Suriye güçlerine teminat verdiği açıklandı. Kürt tarafının ise Jeffrey’den hoşnut olmadığı ifade ediliyor. Jeffrey’in yapmak istediklerini veya girişimlerini nasıl yorumluyorsunuz?   ABD siyasetinde, başkanlar da dahil bireyler etkilidir ama belirleyici değiller. Şimdi Jeffrey, Kuzey ve Doğu Suriye’ye geldiğinde pozisyonunda çok daha fazla etkili olduğunu ya da olmaya çalıştığını görüyoruz. Jeffrey’in bireysel olarak diplomatik kariyerine ve geçmişine de bakıldığında, 40 yıldan fazladır Türkiye’yle ilişkisi olan, Türkiye’de diplomat olarak çalışan biri. Çok geriye giden bir ilişki, karşılıklı tanınmışlık durumunun olduğunu belirtelim. Ama özellikle Rojava’yla ilişkili olduğunda Jeffrey’nin bireysel yaklaşımları ile ABD devlet politikalarının çelişkili olduğunu belirtebiliriz.    Nitekim ABD Ulusal Güvenlik eski Danışmanı John Bolton’un son aylarda yayınlanan kitabında Jeffrey’in ABD ile olan bağlılığından çok Türkiye Devleti’nin menfaatlerine bağlı biri olduğunu belirtiyor. Bilinen şu ki; Jeffrey, her ne pahasına olursa olsun Türkiye Devleti’ni ABD cephesinde tutulması gerektiğini düşünen ve bu bağlamda Türkiye’nin davranışlarının görmezden gelinmesini sağlayan, Türkiye’yi ABD ve batı cephesinde tutması için ‘her şey mubah’ yaklaşımın gösteren bir çevrenin elemanıdır. Bu nedenle de Türk Devleti için bir beka meselesi olan Rojava’da Kürtlerin statü sahibi olması, Türkiye Devleti’ni rahatsız ettiğini biliyoruz. Jeffrey’nin de her hamlesinin Türkiye Devleti’nin rahatsızlığını minimuma indirme üzerine çalıştığını söylemek lazım.   Türkiye’nin geçmiş dönemlerde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri operasyonuna karşı ABD’nin yol vermesinin altında Jeffrey ve içinde bulunduğu çevrenin etkili olduğunu söyleyebilir misiniz?   Evet, Jeffrey’nin çok etkili rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu konuyu hem basından takip ettik hem de bu konu Washington’da çok konuşuldu. Özellikle son iki yıldır Jeffrey’nin içinde olduğu fraksiyona bakıldığında, ABD’nin Rojava ve Kürt politikasında etkili olduğunu söylememiz gerekir.   ABD, Türkiye Devleti’ne çok kabul edilebilir, onların denetiminde, güdümünde olan bir Kürt oluşumunu Güney’de yaptıklarının çok benzerini Rojava’da da yapmak istiyor. ABD isterse engelleyebilirdi. Rusya’yı her defasında engelleyen ABD, Türkiye’yi nasıl engelleyemez?   ABD’nin “Kürt güçlerini baskılayarak, Türkiye’nin güdümüne sokma” gibi bir politika yürüttüğü ifade ediliyor. Washington’dan baktığınız da katılıyor musunuz?    Türkiye Devleti’nin bir beka meselesi vardır. Bunu da çok açıkça ifade ediyor. O da Kürt varlığıdır. Yani herhangi bir mesele veya askeri bir durum değil, Kürt halkının varlığının ta kendisi.  Bu nedenle Jeffrey ve onun için de bulunduğu devlet fraksiyonu, bu durumda Türkiye’nin korkusunu her fırsatta en aza indirmek için reaksiyon veriyor. Bu durumda da şu anlaşılıyor; ABD, Türkiye Devleti’ne çok kabul edilebilir, onların denetiminde, güdümünde olan bir Kürt oluşumunu Güney’de yaptıklarının çok benzerini Rojava’da da yapmak istiyor.     ABD yönetiminin ilk ağızlarından, Kuzey ve Doğu Suriye ile Kürt güçleriyle ilgili kimi zaman olumlu açıklamalar yapılıyor. Şu anda da ENKS’nin dahil olduğu Kuzey ve Doğu Suriye’de birlik çalışması var ve ABD’de de konuyla yakından ilgileniyor. Bunun karşısında da Kuzey ve Doğu Suriye’de ile Kürtlerin yaşadığı birçok bölgede askeri operasyonların ABD’nin dolaylı desteğiyle yapıldığı bilinmekte. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?    ABD isterse engelleyebilirdi. Rusya’yı her defasında engelleyen ABD, Türkiye’yi nasıl engelleyemez? Ama her konuyu Türkiye’nin beka meselesine götürmek belki sıkıcı olabilir ama bunun çok hayati ve belirleyici bir konu olduğuna inandığım için tekrar ediyorum. Çünkü Kürt ve Kürdistan meselesi; bölgede dört tane ulus devletin meselesidir. Ama hiçbirisi bu durumu Türkiye kadar varlık-yokluk meselesi değildir. Hem kendileri bu adı koyuyor hem de tarih okuması yapan herkes, Türkiye’nin ulus devletinin nasıl kurulduğunu, onun tüm kuruluş hikayesinin temelden dinamitleyeceğini görebilir. Bundan dolayı da hem Rojava’da hem Güney Kürdistan’da eğer ABD küresel hegemon güç olarak Türkiye Devleti’nin kendi cephesinde tutmak istiyorsa, onun en temel beka meselesinde ve korkusunda bir şeyler yapmak zorundadır. Bunu da dört parçada hem Kürdistani güç olan hem ideolojik olarak var olan hem de manevra kapasitesi olan PKK’ye karşı yapıyor. En çok da ‘İşte bak senin için en büyük tehdit olan, Kürt ve Kürdistani güce karşı ben seninle savaşmaya varım, en etkili de ben savaşırım’ projesini Türkiye’ye sunuyor.    ABD’deki bu fraksiyona karşın bir de Ortadoğu’da pozisyon belirleyecek kadar söz sahibi olan Kürtler ve birlikte yaşadığı halkların gerçekliği var. Bu gerçeklikle birlikte ABD’nin Kürtleri, Türkiye’nin istediği pozisyona çekmesi başarılı olur mu?   ABD’nin bu politikasının bu şekilde başarılı olacağını çok fazla göremiyorum. Bizim de burada yaptığımız tartışmalarda, yürüttüğümüz görüşmelerde ABD’yi bu konuda daha insani bir temelde hareket etmesi gerektiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Bunun da ABD, Türkiye ve Kürtler için en uygun yol olduğunu düşünüyoruz ve geniş sunumunu yapmaya çalışıyoruz. Nitekim ABD’li yetkililerle konuştuğumuzda Rojava’da tırnak içinde Kürtlerin birleşimi için uğraşıyorken, Güney Kürdistan’da tam tersine Kürtlerin ayrışmasını öngören bir tarz geliştiriyor. İşte burada gördük; ABD Dışişleri Bakanı açıklama yaptı ve ‘Irak’ın Güney Kürdistan’ın ve Türkiye’nin PKK’ye karşı operasyonlarını sürdürmesi gerektiğini inanıyoruz’ dedi. Diğer taraftan da Rojava’da aynı Kürt güçlerinin oradaki dinamiklerini bir araya getiriyoruz söylemi var. Çok ciddi şekilde çelişki ifade ediyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi ABD’nin içinde farklı düşünen fraksiyonlar, alanda gerçekleşen olaylara karşı farklı yaklaşımlar sergilemek isteyen ciddi düşünceler ve akıllar vardır. Ve bu düşünceler şuan burada, Washington’da çok yoğun bir tartışma içindeler.    Bu bağlamda Ankara-Hewler-Washington ilişkisi hangi düzeyde? Söz konusu güçlerin Kandil üzerinde nasıl bir planı var?   ABD’nin küresel hegemonik mücadelesinde, Türkiye çok stratejik bir yer kapsıyor. Küresel hegemonik mücadeledeki bu güçlerin hepsi bu stratejik coğrafyada ekili olmak istiyor. Bu doğrultuda her ne kadar son yıllardaki gelişmelerde görüldüğü gibi ilişkilerde bir sarsılma olduğu görülse de ABD’nin hala bu stratejik cepheyi kaybetmek istemediğini biliyoruz. 10 yıl öncesine kadar ABD’de kimse Türkiye’nin stratejik önemini tartışamazdı bile. Yani bu bir kuraldı. ‘Türkiye ABD’nin Rusya’ya karşı, İran’a karşı çok önemli bir ön cephesidir’ kuralı burada tartışılmazdı ama bugün bu kural Washington’da çok tartışılıyor. Aslında çoğunluk fikir hem kongrede hem buradaki askeri odaklarda Türkiye’nin artık eskisi gibi bir stratejik öneme sahip olmadığını, bu stratejik misyonunu hiçbir şekilde icra edemediğini ve bundan dolayı da alternatiflerin aranması gerektiğini söylüyor.    Şimdi bu tartışmalar yürütülürken, ABD’nin Jeffrey gibi düşünen insanlar -yani her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi kendi cephemizde tutalım diyen çevreler- aktif olarak ‘Biz size PKK’ye karşı kayıtsız şartsız destek veriyoruz’ sunumu yapıyor ve Türkiye’nin kendi cephelerinde kalmasını umuyorlar.   ABD, Türkiye Devleti’nin DNA’sının değiştiği için IŞİD’le savaşma gereği duymadığını gördü. Bundan dolayı da IŞİD’e karşı savaşacak bir güçle ortaklaşama gereği duydu ve Kürtlerle ilişkisini bu temelde geliştirdi. ABD, bölgesel menfaatleri doğrultusunda Kürtlerle sadece ilişkilenmedi, askeri olarak da ortaklaştı.   Türkiye’nin stratejik öneminin bundan 10 yıl öncesine kadar ABD’de tartışma konusu bile olmadığını ancak günümüzde tartışıldığını belirttiniz. Bu durumun bugün tartışılmasıyla Kuzey ve Doğu Suriye gerçekliği arasında bir ilişki var mıdır?   Rojava gerçekliğinin bazı şeyleri dışa vurmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Ama burada Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden de kendi tarihsel sürecinden de bahsetmek gerekiyor. Nitekim Türkiye kendisini 60-70 yıl çok sağlam bir şekilde batı cephesine angaje etmiş oldu. Bunu her ne kadar kuruluşunun ilk 20-30 yılda yapmamış olsa da özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte kendisini batı cephesine özellikle de ABD’ye ekonomik ve askeri olarak angaje etti. Yalnız bahsettiğim Türkiye’nin içindeki o sosyal dinamiklerdir. Çok ciddi devrimler gerçekleştirdi. Şu açıdan; Kemalist ideoloji İslami kesimlerini, Türkiye’nin diğer etnik kesimlerini tümden yok sayan ve bunu 80 yıl başarılı bir şekilde sürdürenler şimdi ikinci plana itilmiş durumdalar. Hem toplum kesiminde hem de mevcut iktidar tarafından darbe yediler. Bu da Türkiye’nin kendi iç toplumsal dinamikleriyle bağlantılı bir süreç. Şu an Türkiye’de ‘Erdoğan giderse Türkiye hemen batı cephesine angaje olur’ meselesinin bu kadar basit olmadığını, Türkiye’de toplumsal dinamiklerin değiştiğini, Türkiye Devleti’nin DNA’sının değiştiğini, Kemalist sürecin Türkiye ve Osmanlı’nın 700 yıllık tarihi içinde kısa bir ara olduğunu sanırım Washington’dan da anlaşılıyor.    Sadece Türkiye’de hükümetlerin değişimiyle artık çok fazla bir şeyin değişmeyeceğini, söz konusu toplumsal dinamiğin kendisini hem devlet katında hem de toplumsal katta sağlam temellere oturttuğunu söyleyebiliriz. Bundan dolayı da Kemalist sürecinde çok fazla dışa açılmayan, çok fazla kendi sınırlarının dışında yayılma çabaları pek fazla görülmeyen bir Türkiye, şu anda Türk milliyetçiliği ve iktidar İslam’ın etkisi altına bölgede tamamen yayılmacı bir politika sergilediğini görüyoruz. ABD her ne kadar ‘Biz Türkiye’yi kendi eski konumuna geri çekebiliriz’ dese de sanırım artık çoğunluk Türkiye’nin DNA’sıyla oynandığını, bu değişimi gördüğünü söyleyebiliriz. Bundan dolayı da ABD’nin alternatifler aradığını işte Türkiye Devleti’nin DNA’sının değiştiği için IŞİD’le savaşma gereği duymadığını gördü. Bundan dolayı da IŞİD’e karşı savaşacak bir güçle ortaklaşama gereği duydu ve Kürtlerle ilişkisini bu temelde geliştirdi. Bu temelde 70-80 yıldır Kürtleri görmezden gelen ABD, bölgesel menfaatleri doğrultusunda Kürtlerle sadece ilişkilenmedi, askeri olarak da ortaklaştı. Bu Türkiye’deki yapısal değişiklikler, toplumsal dinamiklerde ve devlet katındaki yapısal değişikliklerin fark edilmesi ve görülmesinden dolayı olduğunu belirtebiliriz.    Bir yanı ise Rojava’da en cesaretli şekilde savaşabilen, en katılımcı politik yapıları da oluşturabilen güçle taktiksel bir ilişkiye girdi.   Sizin deyiminizle “DNA’sı değişen bir Türkiye”, Ortadoğu için ne anlama gelir?   Şu an işte Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihine bakıldığında hiçbir zaman bu kadar politik, askeri ve ekonomik olarak kendi sınırı dışında aktif değildi. Bunu da tamamen kendi ideolojik çerçevesi içinde gerçekleştirdiğini biliyoruz. Kuzey Afrika’ya kadar, Ermenistan’dan Azerbaycan’a kadar bölgedeki birçok çelişkiye yön vermeye çalışan ve küresel hegemonik mücadele içerisinde boşalan alanları doldurmaya çalıştığını görebiliyoruz. Fransa Başkanı Macron’un Türkiye’nin kendi hafızasında yola çıkarak girişimlerden bulunduğunu söylemesi tesadüfi değildir. Osmanlının etkisini kendi hafızasında bulunduran Arap halkları bu durumdan hoşnut olmadıklarını görebiliyoruz. 60-70 yıl İsrail ile ekonomik ve diplomatik olan hala da devam eden ve İsrail’i tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye, şu an Körfez ülkelerinin İsrail’i tanımasını çok üst perdeden eleştiriyor. Bunun komikliğini bile fark etmeden BAE, Bahreyn yakında başka ülkelerin İsrail’le olan diplomatik ilişkilerini üst perdeden eleştiren bir Türkiye Devleti var. Bunun bölge halkları ve bölge devletleri için Türkiye’nin yeni-dinamizmi, Türk İslam ideolojisine dayandırdığı yeni yayılmacı politikasının, çok büyük tehlike olacağını düşünüyorum. Bundan dolayı da önlemler alınıyor. Ortadoğu’nun aslında 30- 40 yıldır çok fazla değişmeyen saflar ve hatlar bugün yeni bir şekilde değiştiğini, bu kaos aralığı diyebileceğimiz süreçte her gücün ciddi hamleler yaptığını görebiliyoruz. Buna Körfez ülkeleri, İsrail ve Türkiye dahil. Elbette Kürt ve Kürdistani güçler de dahil.     Böylesi bir süreçte Kürt güçlerinin parçalı olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?   Aslında parçalı olmak çok sıkıntılı değil, ihanetin çok sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Parçalılık şu anlamda; farklı düşüncelerin ve siyasetlerin tartışmasına, çakışmasına ve sıçramalarına neden oluyor. Yani farklı düşüncelerin bir araya gelmesi, bu düşüncelerin birbiriyle çelişmesi, çakışması çok üst düşüncelerin ortaya çıkmasına, çok üst siyasetlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu farklılıklar olmak zorundadır. Ama sıkıntı olan şey ihanettir. Sıkıntı olan şey bazı güçlerin bire bir Kürtlerin varlığını tehdit eden güçlerle ortaklaşmasıdır. Sanırım Kürt halkı ya da çoğu siyasi oluşum ve halkın büyük bir çoğunluğu Kürdün ve Kürdistan’ın varlığını tehdit eden güçlerle ortaklaşan güçleri affetmeyeceğini düşünüyorum.   ABD seçimlerinin hem bölgeyi hem de Türkiye’yi etkileyeceği beklentisi var. ABD seçim sonuçlarının Türkiye’de bir erken seçimi tetikleyeceği yönünde görüşler de bulunuyor. Keza Türkiye’de hem partiniz HDP’ye hem de muhalefete yönelik baskılar had safhaya ulaştı ve “seçim öncesi” hazırlık olarak değerlendiriliyor. Siz nasıl düşünüyorsunuz?    ABD’deki seçimler daha önce de olduğu gibi mutlaka bölgeye ve tüm dünyaya etkide bulunacaktır. Tabii bu gelecek bireylerden daha çok, bireylerin temsil ettiği görüşlerle bağlantılı olacaktır. Baktığımızda Türkiye Devleti buradaki lobi faaliyetleriyle hatta Türkiye’deki hükümet yetkililerinin de yaptığı açıklamalarla yola çıkarsak, tüm yatırımlarını Trump’ın seçimleri kazanmasına bağlamışlardır. Tüm yumurtalarını Trump’ın sepetine koymuşlar. Ve çok sıkı şekilde Trump’ın kazanmasını istiyorlar. Çünkü Biden’in kazanması, ABD’nin tekrar fabrika ayarlarına geri dönmesi anlamını taşıyor. Burada son dört yılda baktığımızda, Trump’ın kurumları etkisizleştirdiği, demokrasiyi gerilettiği görülüyor. Bu ABD’deki kurumları ve askeri yapıyı çok ciddi bir şekilde zedelediğini, bunların karar mekanizmalarındaki yerlerinin geriletildiğini gösterdi.    Şu anki anketler Biden’i biraz daha önde olduğunu gösterse de daha altı hafta var. ABD siyasetinde altı hafta çok uzun süre. Tek gözlemlediğimiz durum Basının Trump’ın ikinci döneminin çok tehlikeli olacağını vurgulaması. Bu atmosferde Trump’ın ikinci dönemi kazanacağı çok zor görülüyor.   Biden gelirse ne olur?    Biden gelirse bu kurumların tekrar karar mercilerindeki etkili yerlerini alabilmeleri sağlanır. Şimdi buradaki kurumlarda işte Kongre’de, askeri kurumlarda, Pentagon’da hatta istihbarat kurumları içerisinde Türkiye’ye karşı ciddi bir tepkinin oluştuğunu, Türkiye’nin ABD’nin bölgedeki tüm hamlelerini, menfaatlerini zedeleyen bir Türk Devleti olduğuna kanaat getirmişler, bu konuda Türkiye’ye karşı her türlü yaptırımı yapmaya hazır olan Kongre, tamamen şu an Trump başkanlığında ve Beyaz Saray tarafından dizginleniyor. Hatta çok açık bir şekilde engelleniyor. Mesela S-400’lerin alımında Kongre’nin yaptırım yetkisini başkan Trump tamamen yetkisiz kılmıştır. Ama eğer ki 3 Kasım’da Biden kazanırsa bu durum tamamen ortadan kalkacaktır. Türkiye de bundan en fazla etkileneceği ülke olacaktır.   ABD kamuoyu yoklamaları ne diyor?   Şu anda tam pres saha bir durumun olduğunu söyleyebiliriz. Hem basına hem toplumsal alanda Biden destekçiliğinden çok Trump kendi karşıtlığını çok ciddi bir şekilde konsolide etmiş bulunuyor. Yani Biden’nın kendi tabanını mobilize etmesinden çok Trump’ın kendisine karşıt olan tabanı ciddi bir şekilde mobilize ettiği söylemiyle, davranışlarıyla bu karşı tabanı mobilize ettiğini görebiliriz. Bu duruma ilişkin anketlerde çıktı. Şu anki anketler Biden’i biraz daha önde olduğunu gösterse de daha altı hafta var. ABD siyasetinde altı hafta çok uzun süre. Tek gözlemlediğimiz durum basının Trump’ın ikinci döneminin çok tehlikeli olacağını vurgulaması. Bu atmosferde Trump’ın ikinci dönemi kazanacağı çok zor görülüyor.   Peki, Biden’in olası seçilmesi Jeffrey'in konumunda bir değişiklik olur mu?   Jeffrey’in seçimden bir ay önce Ortadoğu ve Kürdistan turu yapması çok da tesadüf sayılmamalı. Çünkü Jeffrey’in atanması politik bir atamadır. Yani Trump tarafından atanmıştır. Bu anlamda Biden’nin olası seçilmesi Jeffrey’nin pozisyonundan alınacağı anlamını taşımaktadır. Hatta hemen değiştirilmesi herkes tarafından kabul ediliyor. Bundan dolayı seçimlerden 6 hafta önce Rojava’ya sonra Güney Kürdistan’a gitti. Tartışılan konulara bakıldığında Türkiye lehine çıkışlarını görüyoruz. Buna göre koordineli bir çıkış, bir çalışma olduğu söylenebilir.   Trump seçildikten sonra İran’la ilişkiler oldukça gerginleşti. Biden, İran ile varılan 5+1 anlaşmasının ve Rusya ile silahsızlanma anlaşmalarının yenilenmesini savunduğunu biliyoruz. Seçimleri Biden kazanırsa, İran politikasında gözle görülür bir değişim yaşanır mı?    Trump geldiğinde İran’la yapılan o anlaşmayı kendi cephesinde fes etti. Nitekim o anlaşma diğer imzacılarla birlikte devam etmekte ama ABD’yi o antlaşmada çıkarttı ve İran’a karşı çok daha sertleşti ve generallerini vurdu. Çok daha sertleşen bir İran politikası olduğu ortaya çıktı. 3 Kasım’da Trump kazanırsa aynı siyasetin devam edeceğini hatta daha da sertleşebileceğini tahmin edebiliriz. İran’la yapılan antlaşmaların mimari olan Joe Biden’nin gelmesi durumunda İran politikasının yumuşamasını tahmin etmek zor değil. Ama İran’la yapılan mücadelenin sadece farklı yoğunlukla sürdürüleceğini söyleyebiliriz. Biden gelse dahi mücadele farklı taktiklerle devam edecek.   Uluslararası kamuoyunda Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin haklılığı, meşruiyeti ve bununla birlikte gelen sempati herkes görebiliyor. Onu söyledikten sonra bu ahlaki mücadele sonrasında küresel güçlerin kendi hegemonyaları doğrultusunda bu hakikatle nasıl ilişkilendiklerini ayrı tartışmamız gerekiyor.   Biden’in seçilmesi ya da Trump’ın devam etmesi Kuzey ve Doğu Suriye için ne gibi değişikler yaratır? John Bolton, Biden’in seçilmesinin Kürtlerin yararına olacağı yönünde açıklamalar yapmıştı...   Ben öncelikle Kürt halkının şu ana kadar yürüttüğü hem askeri hem de politik mücadelesinin nerde olursa olsun haklı olduğunu ve Kürt ve Kürdistan haklarını ilerlettiğini söyleyebilirim. Yani Kürtlerin her parçada yürüttüğü mücadelenin ahlaki olduğunu, haklı olduğunu ve dünyada ne tür dengeli politika yürütülürse yürütülsün bu hakikatin öncelikle dillendirilmesi gerekir. Diğer güçlerin bu hakikat karşısında Kürt ve Kürdistan halklarının haklı ve ahlaki mücadelesi karşısındaki tutumlarını ayrı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.    Nitekim Kürt halkının ve Kürdistan halklarının ahlaki ve haklı mücadelesini yürüten dinamik ve kendi öz gücüne dayanan kuvvetleri vardır ve bunlar yürütülüyor da. Uluslararası kamuoyunda Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin haklılığı, meşruiyeti ve bununla birlikte gelen sempati herkes görebiliyor. Onu söyledikten sonra bu ahlaki mücadele sonrasında küresel güçlerin kendi hegemonyaları doğrultusunda bu hakikatle nasıl ilişkilendiklerini, bunun üzerinde nasıl ilişkilendiklerini ayrı tartışmamız gerekiyor.   Sonuçta bölgenin çok etkili olan dört ulus devletinde faal olan bir mücadele var. ABD kendi hegemonyasını kurmak için kurduğu uluslarasın düzeni 80 yıl boyunca her ne pahasına olursa olsun statükoyu korumakla yükümlüydü. Eğer siz hegemonyanızı elinizde tuttuğunuzu düşünüyorsanız o küresel düzeni korumak birinci birinci derece sizin sorumluluğunuz. Çünkü en çok size hizmet ediyordur. Ondan dolayı o statüyü istikrarsızlaştıracak her durum sizin de yükünüz. Nitekim ABD Türkiye’nin PKK’ye karşı Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşta bütün askeri ve ekonomik desteği verdi. Şu anda da devam ediyor. Ama şu anda artık mevcut dünya düzeni ciddi tehditler altında. Çin ekonomik olarak bir taraftan, Rusya direkt alana indiği için ABD’nin bu hegemonyasına ciddi tehditler oluşturuyor. Böyle bir süreçte ABD artık dünya düzenini koruması gerektiğini, bu dünya düzenini korumak hem çok fazla pahalı olmaya başladı hem de eskisi kadar karlı olmadığı ortaya çıkıyor. Bundan dolayı sınırları koruma birinci derecede ABD’nin sorumluluğu altına girmiyor. Bu kaos aralığının, yeni oluşumların, yeni safların, yeni hatların oluşmasına çok uygun bir zemin oluşturduğunu söyleyebiliriz.   MA / Selman Güzelyüz