DBP yeni dönemde Kürt ittifakı için çalışacak

img

DİYARBAKIR - DBP Eş Genel Başkanlığı'na seçilen Saliha Aydeniz ve Keskin Bayındır, "Kürt sorununun çözümü, Kürt ittifakını hayata geçirmek için eğitimler, sempozyumlar, kongreler, konferanslar ve mahallerde halk ile birlikte eğitimler yapacağız" dedi. 

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Genel Merkezi, "Ulusal birlik ruhuyla özgürlüğe yürüyoruz" şiarıyla 30 Kasım'da Ankara'da 5'inci Olağan Genel Kongresi'ni gerçekleştirdi. 17 Ekim'de Parti Meclisi (PM) toplantısının ardından yapılan Merkez Yürütme Kurulu'nda (MYK) alınan kararla Diyarbakır, Mardin, Van ve Antep il ve ilçeleri dışındaki tüm partilerini kapatma kararı aldı.  Ulusal birlik mesajlarının verildiği kongrede, yapılan seçim sonucunda Eş Genel Başkanlığa Saliha Aydeniz ve Keskin Bayındır seçildi. Partinin Eş Genel Başkanı seçilen Aydeniz, Meclis'te HDP'den istifa ederek DBP'ye geçti. Aydeniz'in istifasıyla birlikte daha önce Meclis'te milletvekili bulunmayan DBP'nin Meclis'te bir milletvekili oldu. Aydeniz ve Bayındır, partilerinin misyonunu, yeni dönemde neler yapacaklarını, Kuzey-Doğu Suriye'deki gelişmeler, Türkiye'de yaşanan siyaset atmosferini, ulusal birlik yanı sıra güncel konuları Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirmelerde bulundu. 
 
5'inci Olağan Genel Kongre'nizi gerçekleştirdiniz. Burada Eş Genel Başkan seçildiniz. DBP'nin bundan sonraki misyonu ne olacak? 
 
Saliha Aydeniz: DBP 30 Kasım da 5'inci olağanüstü kongresini gerçekleştirdi. Kongrede Türkiye'nin manzarasını açığa çıkaran bir gerçeklik de vardı. Biliyorsunuz Eş Genel Başkanımız Sebahat Tuncel üç yılı aşkındır hukuksuz bir şekilde tutuklu ve Eş Genel Başkan olmasına rağmen iki defadır kongreye mesajlarını mektup yoluyla gönderiyor. Bu bile Türkiye'de demokratik siyasetin ne aşamada olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla 5'inci Olağan kongremiz, olağan ve süresinde yapılan bir kongreydi. Yeni seçilen yönetim ve eş başkanlarda yeni dönem olması itibariyle seçildi. Türkiye de son beş yıldır özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana bir  savaş konsepti savaş hukuku ile devam eden bir süreç söz konusu ve  5 Nisan'dan bu yana sayın Abdullah Öcalan ile yapılan diyalog süreci, masanın devrilmesi ile ondan sonra darbelerin, KHK'lerle onlarca kurumumuzun kapatılması, HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ile tutuklanmaları, belediyelere kayyum atanması ve sonrasında ikinci kayyumlar sonra binlerce emekçinin ihraç edilmesi. Yani bunların hepsi gösteriyor ki Türkiye'de gerçekten demokrasinin demokratik toplumun ne kadar önemli olduğunu gösteren bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Buradan aslında örgütlü toplum, ahlaki ve politik toplum kendi alternatiflerini yaratan toplum bu kadar baskı, zulüm ve yönelmeye rağmen ayakta durabiliyorsa tam da buradan aslında DBP'nin rolü ve misyonu açığa çıkan bir durumdur. DBP'nin rolü ve misyonu aslında kongrede de açığa çıktı. Verilen mesajlar, eş genel başkanlarımızın konuşmalarında, bizlerin, katılımcıların ve halkımızın burada verdiği mesajlarda DBP'nin aslında önceden rolü ve misyonu belli olan ama bundan sonraki süreçte bu kadar yönelimin, baskınından sonra biraz daha teoride kalmayan pratikte çalışmasını yürüten bir pozisyonu önümüze koyduk. Bu da Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü için bölgesel düzeyde bunun mekanizmalarını oluşturmak. Yine Kürt sorunun çözümü ve Kürdistani ittifağını hayata geçirmek için tüm bunları oluşturabilmek için eğitimler yapmak, sempozyumlar, kongreler, konferanslar ve mahallerde halk ile birlikte eğitimler yapmak. Tam da bu bölgesel düzeyde demokrasinin inşa edilebilmesi için bunun mekanizmalarını yürütebilecek eğitimlerin yürütülmesi. Demokratik siyasetin yürütecek kadroları yetiştirme olacak. Bizim de misyonu belli olan DBP'nin bir kez daha bunu yenileyerek bu süreçte bunları teori ile pratiği birlikte yürüten bir çalışma önüne koymak. Bu durum kongrede ortaya çıktı. Tüzüğümüz ve programımızda da bu böyleydi. Biz de bundan sonra bu misyona uygun eşgenel başkanımız, meclis üyelerimiz, halkımız ve kurumlarımızla birlikte bu çalışmayı pratikleştiren bir çalışmayı önümüze koyacağımızı ve bu misyonu yerine getirmek için çalışma yürüteceğimizi söyleyebilirim. 
 
Örgütlenme mekanizmanız nasıl olacak?
 
Sahada görünür bir şekilde top koşturandan ziyade işin teknik direktörlüğünü yapabilecek bir kapasiteye erişen bir DBP'yi inşa etmeyi hedefliyoruz.
 
Keskin Bayındır: Türkiye sahasında ve Kürdistan'ın bazı kentlerinde fiziki olarak il örgütlerimizi daralttık. Özellikle 4 büyükşehirde örgütlenen ve bu dört merkez üzerinden kendisini yoğunlaştıran ve buradan yayılacak enerji ile önümüzdeki dönem mücadelesini yürütme hedefimiz var. Tabi ki bu bazı tartışmalarda açığa çıkan yanılgılı bir durum var. DBP'nin Türkiye sahasında ya da bölgenin bazı illerinde geri çekilmesi, kendisini küçültmesini ve geri çekildiğine dair bazı değerlendirmeler ve tartışmalar çıktı. Bunun kesinlikle doğru olmadığını ve doğru bir şekilde ele alınması gerektiği vurgulamak istiyorum. DBP'nin kendisini bölgesel düzeyde 4 il üzerinden örgütlemesi demek, kendini alanın dışına çıkan, kendi rol ve misyonunun sorumluluğundan kaçan ya da bu noktada kendisini görünmez kılan bir pozisyondan ziyade kendisini belli merkezler üzerinde yoğunlaştıran ve buna göre enerjisini harcayarak çalışmasını bu merkezler üzerinden bölgeye ve bölge üzerinden de işte bileşeni olduğu HDP üzerinden dost örgütlerimiz, sivil toplum kurumlarımız ve Türkiye sahasına bu şekilde kendi felsefesini, enerjisini ve kendi çalışma biçim ve yöntemlerini bu şekilde kararlı, görünür ve direngen bir şekilde uygulamaya çalışan bir yöntem izledi. Aslında bizim açımızdan bir reformdu. Yeniden kendisini ele alma biçimiydi. Daha önce bazı tartışmalarda açığa çıkan yanılgılı yaklaşımları bu şekilde ele alınması gerektiğini vurguluyoruz. 
 
Tıkanan demokratik siyaset kanallarının düşünce, fikir ve farklı yol ve yöntemlerle geliştirebilecek, bunun zeminini sağlayabilecek, örgütlülüğünü, kararlılığını, kadrosunu ve enerjisini açığa çıkarabilecek bir siyaset biçimine kendisini ele alan bir DBP durumu söz konusudur. Yine 20 Kasım'da Ankara'da HDP kendisine yönelik sistemli ve kapsamlı saldırılara karşı bir deklarasyon yayınlandı. O deklarasyonun ana çerçevesini ve esasını işte Sine-i Millet tartışmaları ekseninde açıklanan deklarasyonun esas perspektifini annemizin kürsüde söylediği tek bir söz belirledi. "Şer cihe xwe neqetin, ruvi neqewin cihe wan (Aslanlar meydandan çekilmesin ki tilkiler onların yerine geçmesin)" Bu bizim açımızdan da esas olarak temel aldığımız bir şey. Evet HDP aslanlar gibi sahada muhalefeti yürütecek ve kendisini böylesi bir durumda kendisi ortaya koyabilecek, HDP'nin güçlülüğü, kararlılığı ve direngen bir karaktere ve siyaset tarzına sahip olması, elbette ki aynı zamanda bizim burada bu mutfakta bu temelde yetiştireceğimiz, demokratik siyaset sahnesine çıkaracağımız kadrolar ve aynı zamanda buradan mücadele yürütecek direngen ve kararlı arkadaşlarımız sayesinde olacak. Bunun temel sorumluluğunu DBP'de olduğunu biliyoruz. Bu temelde önümüzdeki temel perspektifimiz, çalışmamız biraz da bu şekilde olacak. Yani sahada görünür bir şekilde top koşturandan ziyade işin teknik direktörlüğünü yapabilecek bir kapasiteye erişen bir DBP'yi inşa etmeyi hedefliyoruz. 
 
Türkiye ve ona bağlı güçler 9 Ekim'de Kuzey-Doğu Suriye'ye dönük saldırı başlattı. Bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Kuzey ve Doğu Suriye'ye saldırılar, yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin İttihat Terakki politikasının bugün AKP-MHP eliyle devam ettirildiğinin bir göstergesidir.
 
Saliha Aydeniz: Bu saldırı, uluslararası komplonun hala  devam ettiğini göstergesidir. Türkiye, bugün sadece Rojava'ya saldırmıyor. Dün Güney Kürdistan'a da saldırıyordu, bugün Kuzey Kürdistan'a saldırıyor. İran'daki kazanımların yok olması için bir çok diplomatik görüşmeler yürütülüyor. Dolayısıyla bugün bu saldırıların hepsini değerlendirdiğimizde Hem Rojava, hem Başur, hem Bakur Kürdistanı’nın kazanımlarının yaratmış olduğu bir durum söz konusu. Bütün dünya kamuoyunda pratikte çok bir şey olmasa bile teoride aslında bu saldırının doğru bir saldırı olmadığını, Rojava Kürdistan’ındaki Kürt halkının sadece Kürtlerin değil oradaki bütün halkların geleceği için mücadele yürüttüğünü ve bütün dünyanın başına bela olan IŞİD barbarlığını yendiğini bütün dünya artık bunu görüyor ve ifadede ediyor. Dolayısıyla Kürtlerin vermiş olduğu mücadele, Kürtlerin halklarla beraber verdiği mücadele aslında Kürtlerin artık statüsü için, Kürtlerin dili, geleceği için bir zemin hazırlamıştır. Bu zeminin bugün Türkiye eliyle bitirilmek istenmekte yani nerede olursa olsun Kürt kazanımına saldırı tamda bundandır. Yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin İttihat Terakki politikasının bugün AKP-MHP eliyle devam ettirildiğinin bir göstergesidir. Buradan aslında Kürt halkının Kürdistan halklarının bu kazanımlarını  büyütmek için üzerimize büyük rol ve misyonlar düşmektedir. 
 
 Türkiye’deki siyasi atmosferi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Keskin Bayındır: Açıkçası Türkiye de şu an mevcut siyaset yapma koşulları ve kanalları tamamen tıkanmış durumda bu noktada özellikle toplumun halkların kendi sorunlarını çözebileceği bir siyasal mekanizma siyasal yol ve yöntem tamamıyla devre dışı bırakılmış durumda. Nitekim hepimiz görüyoruz takip ediyoruz özellikle insanların kendi en basit ekonomik sorunlarını dahi çözememe sorunu ile karşı karşıya kaldıktan sonra siyanürle toplu intiharlar gündeme geldi. Şimdi ailesini tamamıyla yok edebilecek bir çıkmazın içerisine sürüklenen ve bir bütün olarak toplumun bu çıkmazla karşı karşıya kaldığı bir siyasetsizlik gerçeğiyle karşı karşıyayız. Tabi biz şunu daha iyi biliyoruz ki siyaset sadece toplumun belli bazı alanlarına ve merkezlerine yapılacak bir kaide veya bir durum söz konusu değil siyaset yapmak toplumun her alanında halkın kendi sorunlarını çözebileceği kapasiteye erişme durumu olarak değerlendiriyoruz. Ülkenin gündemini bu sorunlar üzerine yoğunlaşmaktan ziyade bunun bertaraf edilmesi için dışa dönük bir saldırgan bir pozisyon saldırgan bir tutum takınan bir AKP-MHP rejimiyle karşı karşıyayız. Nitekim geçenlerde biliyorsunuz Süleyman Soylu'nun bir açıklaması vardı. ‘Biz Sur’a Nusaybin’e nasıl özgürlük getirdiysek Ortadoğu ülkelerine de özgürlük getirdik.’ Aslında biz bunun ne olduğunu bu cümlenin altında yatanın ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu şu demektir ‘biz Sur ile Nusaybin’i nasıl yıktıysak, Ortadoğu’yu da aynı şekilde yakıp yıkacak kasıp kavuracak bir politika izleyeceğiz.’ Böyle bir temelde varlığını kendi geleceğini tamamıyla halklara karşı savaş açma pozisyonunu yaratan halklara karşı böyle bir saldırgan tutum alan bir rejimle karşı karşıyayız. Bu rejimin içerisinde açıkçası demokratik siyaset yürütebilmek, topluma yayabilmek bizim açımızdan gerçekten de çok ciddi zorlukla karşı karşıya kaldığımız söylenebilir. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
 2015 Türkiye’si ile günümüz Türkiye'si bile değerlendirdiğinde tecridin Türkiye'ye kaybettirdiğini, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümsüzlüğü için ısrarın bir göstergesidir.
 
Saliha Aydeniz: Türkiye’deki AKP-MHP ve Ergenekon ile anlaşarak savaş hukukunu önüne koyarak ve bunu da Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ağırlaştırarak yapmaya çalıştı. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın felsefesi, düşüncesi demokrasiye ve barışa olan inancının Türkiye’yi toplumsal bir barışa götürdüğünü gördü ve bu iktidarın işine gelmedi açıkçası. İşine gelmediği için de demokrasinin ona kaybettirdiğini tekçi zihniyete kaybettirdiğini gören bu yapı milliyetçi yapı ile birleşti. Bu yapı, Türkiye'yi savaşa sürükledi.  Sayın Abdullah Öcalan ile diyalog ve müzakere süreci Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü Türkiye’ye halklarına kazandıran bir durum.  Bugün Türkiye 2015 Türkiye'sine göre daha mı öndedir daha mı sondadır? Görülüyor. Bugün hem iç hem dış politikada sıkışmış artık dış politikada hiçbir güvenirliliği kalmayan, meşruiyeti kalmayan bir iktidar var. 2015 Türkiye’si ile 2015’ten günümüze olan Türkiye’sini bile değerlendirdiğinde tecridin Türkiye'ye kaybettirdiğini, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümsüzlüğü için ısrarın bir göstergesi olduğunu belirtmek gerekiyor. Ama biz her seferinde ifade ettiğimiz gibi tekrardan söylüyoruz; çözümün yolu İmralı’dadır. Tecrit Türkiye’ye kaybettiriyor. Toplumsal barışı baltalıyor. Dolayısıyla tekrardan dönülmesi gereken yer İmralı’dır. Türkiye halklarının toplumsal barışı için demokratik mekanizmaların inşasıdır. Bu da Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümünden geçer. 
 
 Kürtler arasında oluşturulacak ulusal birliğin önemi nedir, neden bu birlik sağlanmalıdır? 
 
Keskin Bayındır: Kürt toplumunun, Kürdistan halkının özellikle son yıllarda açığa çıkarmış olduğu ulusal ruhla beraber bu noktada özellikle siyasi partilerimize örgütlerimize, kurum ve kuruluşlarımıza ulusal birliğin sağlanması temelinde çok ciddi görev ve sorumluluklar yüklüyor. Sizin de belirttiğiniz gibi Kerkük, Musul, Kobanê ve en son günümüzde Rojava direnişi ile dünyanın neresinde olursa olsun ortak bir ruhla Kürtler artık mevcut 21’inci yüzyılda insanca, onurluca yaşayabilir. Bir halk olarak, yaşayabileceği bir statü elde etmesine ilişkin bütün Kürt ve Kürdistan halkının ortak bir tepkisidir, ortak bir refleksidir, ortak bir talebidir. Yani bu talep günümüzde öyle yakıcı bir duruma gelişmiştir ki bizim hiçbir siyasal örgütümüzün kurumlarımızın gerçekten bunu öteleyecek bunu çelişkilerle izafi değerlendirmelerle ertelemeyecek, ötelemeyecek bir durumu önümüze koymaktadır. 
 
Demokratik Bölgeler Partisi olarak bu temelde daha önce yürütülmüş çalışmalar gibi bundan sonraki halklarımızın Kürdistan halkımızın açığa çıkarmış olduğu bu görev ve sorumluluk temelinde bu ulusal birlik çalışmalarına daha fazla derinlikli daha fazla yoğunluklu ve daha fazla sistematik bir şekilde ele almak ve bunu bir sonuca bunun altyapısını, kurum ve kuruluşlarını oluşturan bir çalışma içerisine giriyoruz ve belli bir aşamaya da gelmiş durumdayız. İnanıyoruz ki biz çok hızlı bir biçimde bunun siyasal, toplumsal, kültürel, bunun tarihsel anlamdaki birliğini bütünlüğünü ve dünyada gerçekten Kürtlerin kendi coğrafyalarında hak ettikleri kültürel tarihi değerleri yaşatabilecek, onurluca bir toplum olarak yaşayabilecek bir seviyeye erişmenin yol ve yöntemi olarak da ele aldığımızı ve bu noktada sonuç alacağımıza inanıyorum. En azından bu yönlü çalışmalarımız bu temelde. Ulusal birlik,  Kürt halkına çok ciddi bir moral ve motivasyon kaynağı da sağlayacaktır. 
 
Ulusal birlik tartışmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Saliha Aydeniz: Bir taraftan bütün hegemonik güçlerin saldırdığı bir durum söz konusu, bir taraftan da kendi kendini yönetmeye çalışan, yetebilmeye çalışan halklar durumu söz konusudur. Tam da buradan bu tarihsel süreç, aslında 200 yıldır verilen bir mücadele var. Ama özellikle 40 yıldır verilen ciddi bir mücadele var. Bu mücadele sonucunda hem 4 parça Kürdistan için hem Kürt halkıyla beraber yaşayan halkların geleceğine ilişkin değişim ve dönüşümün yaşanacağı bir süreci yaşıyoruz. Bu süreçte eğer biz üzerimize düşen rol ve misyonu hem Kürt siyasi partiler hem Kürt ve Kürdistani dinamikler olarak üstüne düşen rol ve misyonu yerine getirmezse bu tarihi süreci, bu yönelme ve baskıların yaşandığı bu süreçte bütün bu kazanımlarımızı kaybetme ile karşı karşıya kalacağımız bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla bugün oynayacağımız rol ve misyon, bu tarihsel sürecin bundan sonraki sürece nasıl evirileceğini de gösterir ki bugün üzerimize düşen rol ve misyon biraz da bu kazanımlara sahip çıkmak, büyütmektir. Halkımızın bize dayattığı ulusal birliği oluşturmaktan geçtiğini belirtmek istiyorum. Kobanê'ye özellikle hatırlatmak gerekir. Eğer bugün Kobanê direnişi zaferle sonuçlanmışsa başta Kürt ulusal birliğinin ve Kürdistani birliğin yaratmış olduğu mücadele sonrasında Kobanê özgürleşmiştir. Kobanê ruhuyla aslında 4 parça Kürdistan'da Kürt veya Kürdistani kazanımı sahip çıkmak gerekiyor. Güney Kürdistan'daki bağımsızlık referandumuna karşı öncelikle Türkiye ve hegemonik güçlerin yaklaşımı, Kerkük'un durumu, Efrin'in yaşadıkları... Bugün Kuzey Kürdistan'da her gün siyasi operasyonların yapılması, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesi bunların hepsini değerlendirdiğimizde, biz bunların öyle çok kolay ve birilerinin bahşettiği bir şeyle elde etmedik. Onlarca yıl boyunca verilen bedeller ve mücadeleyle elde edinildi. Güney'de Türk mallarının boykotu, aslında ulusal birliğin ısrarıdır. Tüm yapıların gidip Kobanê'yi sahiplenmesi ve orada mücadele yürüterek, 'Kobanê düştü düşecek' diyenlerin hevesini kursağında bırakması ulusal birliğin sonucuydu. Dolayısıyla bugünkü kazanımlarımızı daha fazla büyütmek ve artık verilen bu mücadelenin statüye evirilmesi için bir talebimiz varsa bugün Kürt dinamiklerin, siyasi partilerin önünde duran ulusal birliğini inşa etmektir. 
 
Bugün Kürtler adına mücadele yürüten, siyaset yapan ve Kürdistani halklar adına söz söyleyen herkesin ulusal birlikte hemfikirdir. Halkımız ulusal birliği önümüze koyuyor. Biz de DBP olarak üzerimize düşeni, şimdiye kadar nasıl yürüttüysek bundan sonraki süreçte yürüteceğiz. Dışarıda kiminle nasıl bir ilişkimiz olursa olsun öncelikle kendi içimizde birlikteliğimiz olması gerekiyor. Elbette, hiçbirimiz aynı düşünceye ve fikre sahip değiliz. Ama önemli olan bugün Kürt halkının statüsü, dili ve ortak paydalarında bir araya gelmektir. Gün kazanımlarını büyütme ve statüye dönüştürme, halkın önümüze koymuş olduğu görevleri yerine getirme günüdür.
 
Bölgede ve Türkiye'de muhaliflere dönük yapılan baskı, tutuklama ve şiddet ile iktidar neyi amaçlıyor?
 
Saliha Aydeniz: Baskılar sadece bugünle sınırlı değildir. Kürt halkına dönük baskılar 100 yıldır devam ediyor. Özellikle de 2015 yılından bu yana savaşı hukukunu önüne koyan AKP-MHP faşizmi, aslında Türkiye'de bir diktatöryal sistem oluşturmak istiyor. Bu sisteme karşı ses çıkaran herkes 'terörist' ilan ediliyor. Bunun üzerinden de güvenlikçi politikalar ile Kürt sorununu demokratik yol ve yöntemlerle çözmek yerine bunu derinleştirerek daha çok kendini yaşatmaya çalışıyor. Bugün Türkiye iktidarının meşruiyeti kalmamıştır. Meşru olan demokrasiyi önüne koyar. Ama bugün demokrasiden, barıştan, adaletten, özgürlükten bahseden herkes bir şekilde 'terörist' veya gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Öteki olarak kutuplaştıran bir politika ile öteki kabul ediliyor. Evet, en çok Kürt siyasetçilerine yönelik yapılıyor. Ama bugünün Türkiye'sinde demokratik söylemde bulunan ve bu tekçi sisteme karşı mücadele eden herkes ötekidir. Dolayısıyla bu yeni bir süreçtir. Bu süreç 2009'dan bu yana sürüyor. Gittikçe kendilerini bitiriyorlar. Bu çözümsüzlüğün, kendilerinin çözüleceğinin bir göstergesi olduğunu görüyoruz ve yaşıyoruz. Türkiye bugün siyasi, ekonomik krizin hat safhaya çıktığı bir Türkiye'dir. Artık Türkiye'de yaşamak istemeyen binlerce kişi göç ediyor. Türkiye gittikçe demokrasiden uzaklaşıyor. Bugün HDP'ye, DBP'ye, DTK'ye Kürt siyasetine dönük ve demokrasiden bahseden herkese bu kadar yönelmenin sebebi, bu iktidarın meşruiyetinin kaybettiğinin göstergesidir. Hukuk bugün sadece Saray'a bağlıdır. Yargının bağımsızlığından söz edemediğimiz bir durum var. HDP ve DBP'ye neden girip çıktınız denilerek tutuklananlar var. Dolayısıyla demokrasiden uzaklaşan, kendi meşruiyetini kaybeden bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu baskı ve yönelimlere alışkınız. Buna karşı demokratik siyasete, Türkiye'nin eşitlikçi, adaletli, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına inanan bir Türkiye olabilmesi için biz de siyasi parti olarak demokraside ısrarcı edeceğimizi, bu yönelimlere karşı mücadele edeceğiz. 
 
19 Ağustos tarihinden başlayarak HDP'li belediyelere kayyum atanmaya devam ediyor. Kayyum politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Kayyum politikasını, Kürt halkını ve kazanımlarını tasfiye etme biçimi olarak değerlendiriyoruz. AKP-MHP rejimi halkın iradesine karşı yol yöntem geliştiremeyeceğini gördüğü andan itibaren böyle bir gasp ve işgal yöntemine girdi.
 
Keskin Bayındır: Açıkçası kayyum politikasını, Kürt halkının ve kazanımlarının tasfiye etme biçimi olarak değerlendiriyoruz. Kürt halkı, kendi yaşadığı yerlerde belediyeleri kendi partilerine oy vererek tekrardan iradesini seçti ve kendisini bu şekilde yönetebilecek bir kapasiteye erişti. Fakat AKP-MHP rejimi hiçbir şekilde bunun engellenemeyeceğini, buna karşı yol yöntem geliştiremeyeceğini gördüğü andan itibaren özellikle bu ülkede yaşayan bütün halka dayatma sisteminden kaynaklı da böyle bir gasp ve işgal yöntemine girdi.  Çünkü belediyelerin Kürt halkının ve burada yaşayan halklara tarihine, kültürüne, edebiyatına, sanatına ilişkin çok ciddi katkıları var. Ve bunlar gerçekten de bu coğrafyada belli bir kazanımın ürünü olan işte sanatçıları, şairleri, parklarına verdiği isimler, kadın kurumları, gençlik kurumları gibi gerçekten de bu toplumun temel olarak ihtiyaç duyduğu kurumsal yapıyı inşa eden belediyeleri tamire tavsiye etmek ve bu noktada özellikle bu halkın kazanımlarını, bu halkın örnek olmak istediği ya da kendi sorunlarını çözmek istediği bütün kurumsal yapıları bertaraf eden, tasfiye eden bir yönelim biçimi, aslında bir yöntem olarak ele alındı. Bu rejimin aslında kendisinin getirdiği bir tekçi, faşist bir biçim olarak ele alabiliriz. 
 
Yine halkımızın belli ölçülerde sorunlarını çözen ele alan ve çözmeye çalışan belli kurumsal yapıyı oluşturmamız gerekiyor. Bu bizim sorunlarımızdır. Sadece işgal girişimleriyle fiziki binanın ele geçirilmesi, gasp edilmesi demek bizim burada halkımızın seçtiği iradenin tamamen tasfiye durumuna uğratılması demek değildir. Ve bu politika bu yönelim bu biçim çökmüştür, çökecektir. Nitekim bu kayyumlarla beraber gözaltına alınan, tutuklanan arkadaşlarımızın mahkemelerdeki, itiraf ettiği suçlamalara baktığında hiçbir şekilde bir çocuğu dahi ikna edebilecek bir pozisyonda değildir. Bu da bu kayyumların ne kadar gereksiz ne kadar gerçekten tamamıyla Kürt halkının yada siyasi partimiz olan HDP’nin iadesini tasfiye etmeye yönelik, ele geçirmeye yönelik bir girişim olduğunu en açık bir şekilde ifadesidir. Fakat bizim halkımız böyle bir kudrete, böyle bir yaratıcılığa, böyle bir mücadeleye, deneyime sahiptir ki bugün, yarın da seçim sandığına koyarsanız bu halk tekrardan iradesine sahip çıkacak. Mevcut olandan çok daha fazla da üzerine koyarak kendi yerel yönetim biçimlerine ve kendi yerel iradesine sahip çıkacaktır. 
 
 Kamuoyuna bir çağrınız var mı?
 
Keskin Bayındır: Özellikle Kürtlerin 21'inci yüz yılda kendi içerisindeki kendi içerisindeki birliğini sağlamış ve aynı zamanda Kürt Ulusal Birliği'ni kendi yaşadığı coğrafyasına sağlamasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu konuda özellikle bütün dünyaya kültürel, tarihi, bilim, felsefe anlamında bu noktada bağrından çıkarmış olduğu aydınlarına, yazarlarına, çizerlerine, sanatçılarına gerçekten yani aydın olarak bu toplumun önde düşüncesiyle, yaşamıyla, duruşuyla her alanda gerçekten de bu ulusal birliğe katkı sağlayacağını düşündüğümüz bütün yoldaşlarımıza, bütün insanlara gerçekten de her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Kalemiyle, düşüncesiyle, sözüyle, sanatıyla, oyunuyla her şeyiyle diliyle her şeyiyle gerçekten de Kürtlerin artık ulusal birliğini sağlama ve bunun üzerinden statüsünü bir halk olarak statüsünü elde etmiş bir şekilde varlığını onurluca bir şekilde yaşama dönemi içerisinde olduğumuz aşikardır. Nitekim bütün bugün dünyadaki halklar Kürtleri ele aldığı zaman Kuzey Kürtleri, Güney Kürtleri, Rojava Kürtleri ya da Rojhilat Kürtleri demiyor. Bir bütün olarak Kürtler diyor. Özellikle ulusal birliği sağlamış olan Kürtlerin mevcut dünyada hak ettiği yaşamı, hak ettiği değeri en layıkıyla en insani bir şekilde yaşayacağına olan inancımız tamdır. Bu noktada özellikle bütün sivil toplum kuruluşlarına, bütün diplomatik çalışmalar yürüten kurum ve kuruluşlara çağrımız şudur ki gerçekten de bütün gücümüzle bütün düşüncemizle, bütün fikriyatımızla Kürtlerin ulusal birliğini sağlama noktasında elimizden gelen ne varsa yapalım. 
 
Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Saliha Aydeniz: Tarihin önümüze koymuş olduğu bir durum söz konuş ve bu noktada da bizlerinde bütün siyasi partiler bütün dinamikler olarak Kürt Ulusal Birliğini oluşturma gibi tarihsel bir sorumluluğumuz söz konusu. Bizim tarihsel sorumluluğumuzu oynayabilmemizin tam da zamanıdır. Bizlerin artık bir gün bir dakika bir saniye bile kaybetmeden o kadar vermiş olduğumuz mücadelenin, bedellerin artık bir statüye ve bir birlikteliğe dönüşmesi gerekiyor. Bu noktada rol ve misyon üstüne düşen herkesin bir araya gelerek bu süreçte birlikte yürümeye çağırıyorum.
 
SALİHA AYDENİZ KİMDİR?
 
Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde 1973 yılında doğan Saliha Aydeniz Saliha Aydeniz, ilk ve ortaöğretimi Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde tamamladıktan sonra Diyarbakır Sağlık Lisesi'nden mezun oldu. 2011 de Demokratik Toplum Kongresi ( DTK) Daimi Meclisi’nde yer alan Aydeniz,  2014’te de 6 kişilik  Eş Başkanlık Divanı'nda yer aldı.  29 Ekim 2016 tarihinde en fazla ihraçların olduğu 675 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) ihraç edilen Aydeniz,  27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde Halkların Demokratik Partisi Diyarbakır Bölgesi 2'nci sıradan milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. Aydeniz, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) 30 Kasım'da yapılan 5'inci Olağan Genel Kurulu'nda partinin Eş Genel Başkanı seçildi. Aydeniz, evli ve 2 çocuk annesidir.
 
KESKİN BAYINDIR KİMDİR?
 
Batman'ın Sason ilçesinde 1984 yılında doğan Bayındır, ilk, orta ve lise eğitimini Batman'da tamamladı. Malatya İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde  2003-2007 yılları arasında  sınıf öğretmeni bölümünde eğitim alan Bayındır, üniversite yıllarında gençlik hareketleri içerisinde yer aldı.  9 yıl sendikal mücadele içerisinde yer alan Bayındır, 29 Ekim 2016 yılında KHK ile öğretmenlik görevinden ihraç edildi. Bayındır,  ayrıca 2017-2018 Eğitim-Sen Genel Sekreteri görevini de yürüttü.  2018 - 2019 yıllarında HDP PM üyesi olarak görev yapan Bayındır, DBP'nin 30 Kasım'da yapılan 5'inci Olağan Genel Kongresi'nde  Eş Genel Başkanlığa seçilmesinin ardından bu görevinden istifa etti. Bayındır, evli iki çocuk babasıdır.
 
MA / Mehmet Şah Oruç - Fahrettin Kılıç