Mızraklı: Trabzon’dan arayıp, 'Neden ilaçlama yapılmıyor?' dedi

img

DİYARBAKIR - Bir yıldır tutuklu olan DBB Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, kendisine yöneltilen suçlamalar ve iktidarın kayyım atamasını meşrulaştırma çabalarını teşhir etti. Mızraklı, oluşturulan algıya dair Trabzon’dan belediyeyi arayan bir kişinin, "Neden ilaçlama yapılmıyor? Rahatsız oluyoruz" dediğini kaydetti. 

 
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) Eşbaşkanlığına yüzde 62.93 oy oranıyla seçilen Selçuk Mızraklı’nın yerine İçişleri Bakanlığı kararıyla 19 Ağustos 2019’da kayyım atandı. İtirafçı Hicran Berna Ayverdi’nin beyanları ile birlikte katıldığı eylem ve etkinlikler, Demokratik Toplum Kongresi çalışmaları suçlama olarak yöneltilen Mızraklı, 22 Ekim 2019’da “örgüt üyesi olma” iddiasıyla tutuklandı. 
 
5 ay süren yargılama sonucunda 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verilen Mızraklı, bulunduğu Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nden Kayseri Bünyan 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevine sevk edildi. 
 
1 yıldır tutuklu bulunan Mızraklı, avukatı aracılığı ile kendisine yönelttiğimiz soruları yanıtladı.
 
Tutuklanmanızdan bugüne bir yıl geride kaldı. Salgın koşullarında geçirdiğiniz bu tutukluluk süreci nasıl geçti? 
 
Bundan bir yıl önce 22 Ekim 2019’da hukuk katledilerek tutuklandık. Aslında tutuklanma gerekçemiz yoktu. Gerçi bu ülkede Kürt olmak, muhalif olmak tutuklanma gerekçesidir. Bizler de olmayan, zorla yaratılan bir iddianame ile tutuklandık. Bir yıla yakındır Kayseri Bünyan Cezaevindeyim. Buradaki koşullar ülkenin diğer cezaevindeki koşullar ile aynıdır. Demokratik olmayan bir ülkenin cezaevlerinden ne beklenir ki? Pandemi ile birlikte cezaevindeki koşullar bir kat daha zorlaştı diyebiliriz. Salgınla mücadeleyi kendi yöntemlerimiz ve çabamızla yürütüyoruz. Kendi imkanlarımızla baş etmeye çalışıyoruz. Dışarıda olduğu gibi içerde de bu iktidar pandemi koşullarını bahane ederek olmayan demokrasiyi de askıya aldı. En basitinden aile ziyaretlerini birkaç ay yaptırmadı. Şimdi de ayda bire düşürdüğü gibi iki kişiyle sınırladı. Telefon hakkı ve benzeri diğer hakların hepsinde kısıtlama var. İktidar her koşuldan yararlandığı gibi salgından da yararlanıyor. Anti demokratik uygulamaları kalıcılaştırmaya çalışıyor. 
 
 Görevden alınan belediye eşbaşkanlarına yöneltilen suçlamalar ile kayyım atanmasına dair öne sürülen gerekçeler ve bu konuda oluşturulmak istenen algıda tutarsızlıklarla  karşılaştık. Siz neyle suçlanıyorsunuz, kayyım hangi gerekçe ile atandı? 
 
Biz göreve gelir gelmez yerel ve ulusal basında ‘Diyarbakır şehrini sinek ve sivrisinekler bastı’ diye haberler geçtiler. Belediyemizi Trabzon’dan aradılar. Trabzon’dan arayan bir vatandaş; ‘Neden ilaçlama yapılmıyor. Rahatsız oluyoruz’ dedi. Düşünün yani böylesi bir algı operasyonu.
 
İktidar 31 Mart yerel seçimlerinin öncesinde bir algı operasyonu başlatmıştı zaten. Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı seçim öncesi yaptığı açıklamalar da, ‘zaten seçilseler de kayyım atayacağız’ gibisinden açıklamalar yaparak, halka gözdağı vermeye çalıştılar. Sandığa gitme iradesini kırmaya çalıştılar. Sonrasında 16 gün boyunca mazbatalarımızı vermeyerek, belediyelerin içini tam boşalttılar. Belediyeleri aldığımızda karşılaştığımız manzara korkunçtu. Buna rağmen çalışmalara başladık. Çalışmalarımız ilk gününde ‘yok cami yıkıyorlar, yok örgüte para aktarıyorlar’ gibi mesnetsiz iftiralar attılar. 
 
Bir örnek verirsek; zararlı haşerelerle ilgili ilaçlama normalde Şubat ayından başlar ve bütün yıl sürer. Önceki kayyım yapmamıştı. Nisan ayında biz göreve gelir gelmez yerel ve ulusal basında ‘Diyarbakır şehrini sinek ve sivrisinekler bastı’ diye haberler geçtiler. Belediyemizi Trabzon’dan aradılar. Trabzon’dan arayan bir vatandaş; ‘Neden ilaçlama yapılmıyor. Rahatsız oluyoruz’ dedi. Düşünün yani böylesi bir algı operasyonu. 
 
Toplamda 3 buçuk aylık bir belediye başkanlığımız oldu ama her hafta mutlaka yerel ve ulusal basından saldırılar oluyordu. Cami yıkma haberleri yapıldı. Bir baksanıza Diyarbakır’da kaç cami yıktık ya da olmayan paraları, çaldıkları, yandaşlarına peşkeş çektikleri paraları, ihaleleri nasıl veya kime aktardık. Müfettişler bizim dönemimizde 3 buçuk ayda üç inceleme yaptı ve bir uyarı dahi yapamadılar. Ama müfettişler onların dönemine ilişkin kocaman kitap yazacak kadar usulsüzlükler buldular. Yandaşlara ihaleler dağıtan, ihalelerde usulsüzlükler yapan onlar ama sanki biz yapıyormuşuz gibi algı yaratıldı. Gelip baksalardı kasada tek kuruş para yoktu. Üstüne üstlük eski parayla 800 trilyon borç bırakmışlardı ve gelen para zaten bakanlık bilgisi dahilinde  geliyor ve bakanlığın bilgisi dahilinde harcanıyor. Bunca denetim içinde yapılan harcamalar belli. Ama algı ile farklı yansıtıldı. Biat eden kamuoyu da inandı. Hala da inanıyorlar. Çünkü basın onların elinde, yargı onların elinde tüm alanlar onların elinde tabi ki onlar bu şekilde saldıracaktı, farkındaydık. 
 
Kayyımı sanki bu gerekçelerle atadılar. Bunu da basın yoluyla ilan ettiler. Kendi yandaşları, birçok kesim hala benim ve diğer eşbaşkanlarımızın belediye başkanlığı dönemimizde yaptığımız işlemlerden dolayı yargılandığımızı sanıyorlar. Hayır. Bizler belediye çalışmalarımızla asla yargılanmadık. Yargılanmıyoruz da. İşte medya ve algı operasyonuna en iyi örnek budur. 
 
Açın iddianameleri, hiçbir eş başkanımızın iddianamesinde belediye işlemleri ile tek bir kelime bile bulamazsınız. Benim iddianamemde bir iftiracının iftiraları dışında bir şey yoktu, ki bu iftiralarda 2012 dönemine aittir. Yani belediye başkanlığına aday olduğum 2019 yılıyla ilgili bir şey yok. Bu itirafçının iftiraları da resmi SGK kayıtlarında yalanlandığı halde tutuklandım. Bir iftiracı var, karşısında ise sağlık çalışanları, hastane yetkileri, doktorlar var. Yani bir kişi karşısında ona yakın insanın beyanı var, SGK’nın resmi kayıtları var. İtirafçının çelişkili beyanları var ama yine de saraya bağlı yargı tarafından tutuklandım. Hani o basında çıkan bol bol yalanlı haberlerin hiçbiri iddianamede yok. Kayyım ataması için yapılan bir algı operasyonu vardı ve kayyım atadılar. 
 
Seçim hileleri ile kazanamadıkları belediyeleri, Kürt belediyelerini kendi Anayasalarını çiğneyerek kayyım atayarak sahip olmaya çalışmaktadırlar. Burada söylenmek istenen; ‘Kürtler kendilerini yönetemezler. Yönetmek isteseler de izin vermeyizdir.’ Yani kardeşlik söylemlerinin ne kadar aldatıcı olduğunu burada görebilmekteyiz.
 
 Görevden alınan belediye eşbaşkanlarının hakkında görevleriyle ilgili şuna kadar açılmış tek bir soruşturma dahi olmamasına rağmen yargılanmalarının önü nasıl açılabildi?
 
 Bir belediye eşbaşkanımız nükleer silah yapmakla suçlandı, tutuklandı. Medya günlerce işledi ama birkaç ay sonra eşbaşkanlarımız tahliye edildi. Böylesi bir iddianame bilim kurgu filmlerinde bile olamaz.
 
2016 yılında ilan ettikleri OHAL sonrası tek bir kişinin dudakları arasına sıkışan kanunlar ile bunu sağladılar. Buna itiraz eden bir HDP vardı. Diğer muhalif partiler ise itiraz edeceklerine biat etme yolunu seçtiler. Devletin bekası adına her şeye evet dediler ve sonuç koca bir cezaevine dönen ülke. 
 
O dönem OHAL kanunları ile yönettiler. OHAL kalktığı halde anayasa aykırı hukuksuzluklar yaptılar. Bunun sonucunda OHAL kanunlarını gerekçe göstermeye devam etiler. Bu dönem kayyım atamaya da OHAL dönemindeki kanunlar üzerinden yaptılar. Ama OHAL kalkmıştı. Kanunlar yürürlükten kalkmıştı, buna rağmen bunu gerekçe gösterdiler ve algı operasyonları ile başta medya ve yargı olmak üzere devletin tüm kurumlarını arkalarına alarak kayyım atadılar, eşbaşkanlar tutuklandı. Bir belediye eşbaşkanımız nükleer silah yapmakla suçlandı, tutuklandı. Medya günlerce işledi ama birkaç ay sonra eşbaşkanlarımız tahliye edildi. Böylesi bir iddianame bilim kurgu filmlerinde bile olamaz. Kayyım atamasına gerekçe ‘nükleer ve biyolojik silah yapımı ve kullanma suretiyle adam öldürme’ suçlaması vardı. Kayyım atamaya gerekçe bu. Şimdi burada belediye çalışmaları var mı? Hadi belediye başkanlarını tutukladın. Normalde kendi yasalarında bile var. Belediye meclisi toplanır ve yeni bir belediye başkanı meclis içerisinde seçer. AKP’nin kendi belediyelerin bu yöntem uygulanırken, Kürt belediyelerinde bu yasalar uygulanmayıp direk kayyım atanmaktadır. İşte asıl mesele budur. ‘Kürt kendini yönetmeyecektir’ anlayışı burada devreye girmektir. 
 
 Seçilmeden önce hakkınızda açılmış olan soruşturma ve kovuşturmaların seçilme hakkınıza engel teşkil etmediği halde yargının daha sonradan bu konuda bakanlığı haklı bulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bu sorun benle ilgili değil ki HDP ile ilgili, Kürt halkı ile ilgili, Kürt siyasetçileri ile ilgilidir. YSK tüm evrakları inceleyip onay verdikten sonra, seçimden hemen sonra ilk olarak KHK’li diye birçok eşbaşkanımızın mazbatalarını vermeyerek, AKP’lilere verdiler. Meclis üyelerimizin üyeliklerini düşürdüler. Bir yıl önce KHK’liler vekil seçildi ama bir yıl sonra YSK tarafından kabul edilen KHK’liler seçim sonrasında kabul edilmeyerek mazbataları verilmedi. Yerlerine AKP’liler atandı. Yani yargı sarayın kuklası olmuşsa, devletin tüm kurumları tek adam rejimine biat ediyorsa sonuç tabi ki böyle olur. 
 
Yani kabile devleti asıl böyle bir şeydir. Yargı üyeleri, Cumhurbaşkanı ile çay toplamaya gidiyorsa, cübbelerine ilik açtırıp ilikliyorlarsa, iktidarda her türlü kanunsuzluğu ve hukuksuzluğu yapar, yapıyor da. HDP dışında ise buna karşı çıkan bir parti de yok. 
 
Kayyımların pratiklerine baktığımızda HDP’nin yerinden yönetim anlayışı üzerine oturan belediyecilik anlayışına nasıl bir darbe vurdu?
 
İlk kayyım dönemine baktığımızda HDP’nin alternatif belediyecilik anlayışında geliştirmiş olduğu tüm çalışmaları durdurarak yok etmeye çalıştı. Kadın alanında, çocuk alanında, anadil alanında, kültür alanında yani her alanda halk adına yapılan tüm çalışmalar yok edilmek istendi. 31 Mart seçimleri sonrasında yeniden halk belediyeciliği yapıldı. Halk kazanımları tekrardan ortaya çıkarılmak istendi. Bu sadece belediye başkanının yaptığını yok etme girişimi değildir. Bu bir halkın dilini, kültürünü, tarihini yok etme girişimidir. Irkçılık anlayışının merkezi yönetimden yerel yönetimlere uygulanma halidir. Yapılan çalışmaları değil, Kürt halkını ve Kürt kentlerini yok etme girişimi olarak görmek gerekmektedir. Kürt halkının kazanımlarını yok etmek isteyen anlayışının saldırısıdır. 
 
İktidar, HDP’nin kazanması halinde belediyelere kayyım atama niyetine yerel seçimlerden önce göstermiş olsa da, bunun önüne geçmek için farklı yol ve yöntemler izlenebilir miydi? 
 
Burada sorun HDP’nin yol ve yöntemleri değildi. HDP diğer partiler ya da diğerleri gibi biat etseydi, onların gölgesi altında siyaset yapmak isteseydi onlardan bir farkı kalmazdı. Halkın partisi olarak demokratik siyaseti benimseyen HDP tabiî ki bu karanlık odaklara karşı mücadele edecekti. Tek adam iktidarına karşı direnen, mücadele eden HDP’dir. Bizler demokratik siyaset geleneğinden geliyoruz. Halkçı bir siyaset yapıyoruz. Tüm çalışmalarımız halk içindir. Bizler bugüne kadar yapılan rantçı belediyecilik anlayışına karşı halkçı belediyecilik anlayışını gerçekleştirdik. Yalanlarını, hilelerini ortaya serdik. Hakikat arayışçısı olduk. İşte yönelimlerin tüm sebebi bunlardır. Bizler zaten demokratik yol ve yöntemleri sonuna kadar izledik. Kayyım atamaları bir halkın kimliğine, iradesine atanmıştır, hakikate atanmıştır. 
 
Kayyım atamaları ile aslında ne amaçlanıyor?
 
 İstedikleri kadar kayyım atasınlar, istedikleri kadar gözaltına alıp tutuklasınlar. Sonuçta zafere bizler ulaşacağız.
 
Kayyımlar ile halklar sindirilmek, bastırılmak istenmektedir. Sandık iradesi kırılmak istenmektedir. ‘Sizler istediğiniz kadar seçin, bizler kayyım atarız. Ondan dolayı sandığa gitmeyin’ anlayışı geliştirilmek isteniyor. Ama başarılı olabilir mi? Hayır. Çünkü HDP seçmeni diğer parti seçmenlerine benzemez, politiktir. Yani istedikleri korkuyu sağlayamayacaklardır. Binlerce HDP üyesi, çalışanı gözaltına alındı, tutuklandı. Ama HDP dimdik ayakta. Bizler cezaevindeyiz ama mücadele içerde de dışarıda da sürüyor. Bizler asla diz çökmeyiz, asla aman dilemeyiz. Hakikat arayışından asla vazgeçmeyiz. Bu inançla da istedikleri kadar kayyım atasınlar, istedikleri kadar gözaltına alıp tutuklasınlar. Sonuçta zafere bizler ulaşacağız. 
 
 Yarın sandık kurulsa bölge halkının kayyım atamalarına rağmen tercihlerinde bir değişiklik olabilir mi? 
 
Bölgede halkın tavrı nettir. Yıllardan beridir o kadar baskı, işkence ve gözaltı yaşandı. Köyler yakıldı. Seçimlerin hiçbiri demokratik teamüller çerçevesinde yapılmadı. Buna rağmen Kürt halkı gereken tavrı seçimlerde demokratik yöntemler gösterdi. 90’lı yıllardan bugüne tüm seçimlere baktığımızda hep yükselen bir oy oranı görürüz. Yani seçmenin tavrı her zaman nettir. Demokrasiden, barıştan yanadır. 
 
Son olarak seçmenlerinize bir mesajınız var mı?
 
Amed her zaman politiktir ve hakikat arayışçısıdır. Gerçeklerden hiçbir zaman ayrılmadı. Mücadeleci kimliğini hiçbir zaman terk etmedi. İnancından asla taviz vermedi. Kayyım da atasalar, tüm zorbalıkları da yapsalar Amed diz çökmeyecektir, boyun eğmeyecektir, biat etmeyecektir. Ben de Amed ve Amed halkından aldığım güçle demokratik mücadelenin zafere ulaşacağına olan inancımı koruyorum. Selam ve saygılarımı iletiyorum.”